Adil Yargılanma Hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
< Adil Yargılanma Hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Ana Sayfa
Mahkemeye Erişim Hakkı
Yargı Kararının İcra Edilmemesi/Geç İcra Edilmesi
Güncel olarak bu tedbir konusuna ilişkin müdahaleler mahkeme hakkı kapsamında kararın icrası hakkı yönünden yapılmaktadır.
Anayasa'nın 36. ve 138. maddeleri uyarınca yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu hükümde mahkeme kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare lehine herhangi bir istisnaya yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu makamlarınca zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoriteleri ile hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple Anayasa'nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak bireylerin kamu otoritesi ile hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez.
Mahkeme kararlarının uygulanması yargılamanın dışında olmakla birlikte onu tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır. Bu nedenle yargı kararlarının uygulanması mahkeme hakkı kapsamında değerlendirilmektedir. Buna göre yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir, ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hâllerinde mahkeme hakkı da anlamını yitirecektir.
Kesinleşmiş mahkeme kararlarının makul sürede uygulanmaması ya da icra edilmemesi adil yargılanma hakkının ihlali niteliğindedir.
İlgili Kararlar
♦ (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014)
♦ (Halil Afşin ve diğerleri, B. No: 2013/4824, 25/2/2015)
♦ (Şenal Haylaz, B. No: 2013/3457, 25/2/2015)
♦ (Mehmet Hocaoğlu, B. No: 2013/3207, 15/10/2015)
♦ (Ali Kayan, B. No: 2015/9814, 20/3/2019)
♦ (Süleyman Koçlar, B. No: 2017/16996, 29/9/2020)
Aleyhe Vekâlet Ücretinin Tazminat Miktarı ile Ölçülü Olmaması
Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan tarafın/tarafların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan vekâlet ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu çerçevede, davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir.
Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir.
Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması gerekir.
İlgili Kararlar
♦ (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013)
♦ (Seyla Suvari ve Leyla Kalyoncu, B. No: 2013/6313, 5/11/2015)
♦ (Kazım Orhan, B. No: 2013/7875, 20/5/2015)
♦ (Muhbet Adanır ve diğerleri, B. No: 2014/10261, 8/12/2016)
♦ (Bilal Özer, B. No: 2014/16078, 9/1/2018)
♦ (Abdullah Karataş, B. No: 2019/4150, 3/2/2022)
Tam Yargı Davası Açma Süresinin Tespitinde Eylemin İdariliğinin Değerlendirilmemesi
Hukuki belirsizlikler ya da uygulamadaki belirsizlikler kişilerin mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebilmektedir. Bu nedenle mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdırlar.
Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmeleri durumunda, mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır.
İdari yargı makamlarınca, özellikle idarenin kusuru veya ihmalinin bulunduğu durumlarda, şikâyet edilen eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıkış anının yahut bu zararların ancak ceza yargılamasını sonuçlandıran nihai kararın kesinleştiği tarihte gerçekleşebileceğinin tartışılmamış olması, öngörülebilir olmayan bir yoruma neden olarak davanın esasının incelenmemesi sonucunu doğurabilir.
İlgili Kararlar
♦ (Emre Çalıkoğlu, B. No: 2013/4686, 4/11/2015)
♦ (Hamza Küçük, B. No: 2013/7400, 5/11/2015)
♦ (Mehmet Çınar ve Nuray Çınar, B. No: 2015/4807, 19/4/2018)
♦ (Feray Uluğ, B. No: 2015/11005, 10/10/2018)
♦ (Ömer Faruk Eski, B. No: 2016/1253, 21/3/2019)
♦ (Mehmet Taşkın Dal, B. No: 2017/18236, 29/9/2020)
♦ (Leyla Bitik ve diğerleri, B. No: 2019/24350, 16/3/2023)
♦ (Uğur Ayhan Zor, B. No: 2021/5135, 18/4/2024)
İdari Dava Açma Süresinin Katı ve Aşırı Şekilci Yorumlanması
Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hale getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki, öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir.
Öte yandan mahkemeler, dava açma süresi öngören kanun hükümlerini yorumlarken sınırlamanın istisna olduğu ilkesini gözeterek aşırı şekilcilikten kaçınmalı ve yorum kurallarının imkân verdiği ölçüde davayı ayakta tutma yolunda bir yaklaşım benimsemelidir. Bununla birlikte mahkemelerin sürenin varlık sebebini anlamsız kılma pahasına yorum kurallarının sınırlarını zorlayarak kanunda öngörülen dava açma süresini bertaraf etmesi hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin zedelenmesine neden olabilir. Bu nedenle süreye ilişkin kanun hükümlerinin yorumunda hukuki güvenlik ve istikrar ilkesi ile mahkemeye erişim hakkı arasındaki hassas denge gözetilmelidir.
İlgili Kararlar
♦ (Şener Berçin, B. No: 2013/5516, 22/1/2015)
♦ (Nuria Tapıas Gemisi, B. No: 2014/4484, 11/1/2017)
♦ (Ahmet Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017)
♦ (Remzi Altuntaş, B. No: 2014/13905, 9/11/2017)
♦ (Songül Akça ve diğerleri [GK], B. No: 2015/2401, 19/7/2018)
♦ (Esat Çetinkaya, B. No: 2015/12881, 6/3/2019)
♦ (Fatıma Sevilay Nazilli, B. No: 2016/14452, 10/6/2020)
♦ (Aladdin Özdemir, B. No: 2018/36426, 21/10/2020)
♦ (Mehmet Gasır, B. No: 2019/8569, 20/12/2023)
♦ (Özer Aslankılıç ve diğerleri, B. No: 2021/40471, 13/2/2024)
♦ (Gemak Gemi İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş. (2) [GK], B. No: 2020/11509, 29/2/2024)
Derece Mahkemeleri ve İstinaf-Temyiz Mercilerinin Kanun Yoluna Başvuru Sürelerinde Ayrışması
Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hale getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki, öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir.
6100 sayılı Kanun’un 297. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde de mahkeme kararlarının hüküm kısmında kanun yolu ve süresinin bulunması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Bu gereklilik özellikle ayrı ihtisas mahkemesi bulunmayan yerlerde çeşitli sıfatlarla görev yapan asliye hukuk mahkemeleri açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Zira asliye hukuk mahkemelerinin bu durumda kararı hangi mahkeme sıfatıyla verdiğini açıklaması davada uygulanan yargılama usulü ile verilen karara karşı kanun yolları bakımından tarafların doğru bilgi sahibi olmalarını sağlayarak, tarafların kararları temyiz haklarını zamanında ve usulüne uygun olarak kullanabilmelerine hizmet etmektedir.
Usul hükümlerine göre mahkeme kararlarının hüküm kısmında kanun yolu ve süresinin belirtilmesi zorunluluğu, tarafların karara karşı öngörülen kanun yolunu etkili ve işlevsel bir şekilde kullanmaları açısından önem arz etmektedir.
Dava açma sürelerini düzenleyen, son derece karışık ve dağınık olan bir mevzuatın aşırı şekilci (katı) yorumu mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Özellikle başvuru mercii ve süresi doğru gösterilmeyen işlemlerle ilgili davalarda mahkemelerin usul kurallarını yorumlarken mahkemeye erişim hakkını zedeleyecek şekilde katı yorumdan kaçınmaları gerekir.
İlgili Kararlar
♦ (Aktif Elektrik Müh. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2012/855, 26/6/2014)
♦ (Kommersan Kombassan Mermer Maden İşletmeleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. ve diğerleri, B. No: 2013/7114, 20/1/2016)
♦ (Cemile Akyıldız, B. No: 2014/1382, 22/9/2016)
♦ (Mehmet Reşit Oyman, B. No: 2014/19638, 8/3/2017)
♦ (Mürvet Orhan ve Osman Orhan, B. No: 2016/67616, 21/3/2019)
♦ (Muharrem Sargın, B. No: 2018/35066, 20/10/2020)
♦ (Derya Karahan, B. No: 2017/16596, 10/2/2021)
♦ (Ayhan Küçükel ve diğerleri, B. No: 2019/14072, 26/7/2022)
Mahkemenin Hatası Nedeniyle Kanun Yoluna Başvuru Süresini Kaçırma (UYAP Başvuruları)
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda elektronik ortamda yapılan işlemlerde sürenin gün sonunda biteceği, güvenli elektronik imza kullanılarak dava açılabileceği, harç ve avansın ödenebileceği, dava dosyalarının incelenebileceği, Kanun kapsamında fiziki olarak hazırlanması öngörülen tutanak ve belgelerin güvenli elektronik imzayla hazırlanarak gönderilebileceği belirtilmiştir.
Bölge Adliye ve Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Cumhuriyet Başsavcılıkları İdarî ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik’in 5. ve 208. maddelerinde; taraf ve vekillerce, diğer ilgililerce güvenli elektronik imza ile imzalamak suretiyle UYAP vasıtasıyla mahkemeler veya hukuk dairelerine elektronik ortamda bilgi ve belge gönderilebileceği, taraf vekillerince UYAP üzerinden güvenli elektronik imza ile kanun yolu başvuru dilekçesinin gönderilebileceği, bu işler için ayrıca elle atılmış imzalı belge istenmeyeceği, avukatların UYAP Avukat Bilgi Sistemi üzerinden kanun yolu başvuru dilekçesi gönderebilmeleri için elektronik imza sahibi olmalarının gerekli olduğu, kanun yolu harçlarının avukat tarafından elektronik ortamda mahkeme veznesi hesabına aktarılacağı, kanun yolu başvurusunun dilekçenin sisteme kaydedildiği tarihte yapılmış sayılacağı belirtilmiştir.
Bu düzenlemelere koşut olarak UYAP üzerinden kanun yolu başvurusu talebinden bulunulmasına rağmen, bu başvurunun dilekçenin ilgili mahkeme görevlilleri tarafından yasal sürenin dolmasından sonra işleme konulması gibi doğrudan mahkemeden kaynaklı bir hatadan dolayı süre yönünden reddedilmesi durumunda mahkemeye erişim hakkının ihlali söz konusu olabilir.
İlgili Kararlar
♦ (Süleyman Yaprak, B. No: 2014/12996, 1/2/2017)
♦ (Nebi Karataş ve diğerleri, B. No: 2014/13001, 8/3/2017)
♦ (Safir Mobilya Pazarlama Sanayi ve Ticaret A.Ş., B. No: 2014/15206, 11/5/2017)
♦ (Emrah Demirtaş ve Zafer Demirtaş, B. No: 2015/5498, 24/5/2018)
♦ (Binali Boran, B. No: 2016/1235, 24/10/2019)
♦ (Inspektorate Uluslararası Gözetim Servisleri A.Ş., B. No: 2017/29088, 10/6/2020)
♦ (Ramazan Çaylı (3), B. No: 2019/21329, 7/3/2024)
İptal Davası Açma Süresi Bakımından Çevresel Etki Değerlendirilmesi (ÇED) Raporlarının İlanından Kaynaklı Sorunlar
Mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir
Dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir. Bu kapsamda dava açma süresinin hak sahibinin henüz dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir.
2577 sayılı Kanun'un 7. maddesinde belirtilen dava açma süresinin yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden başlayacağı belirtilmiştir. Söz konusu hükmün amacı idari işlemlerin idare tarafından ilgililere açık ve anlaşılır biçimde duyurulması ve ilgililerin bu işlemlere karşı idari yollara veya dava yoluna başvurmalarına olanak sağlanmasıdır. Dava açma süresinin başlangıcı olarak ilgililere yazılı bildirim yapılması esas olsa da bazen işlemin niteliği ve işlemin muhatabının sayısının çokluğu sebebiyle yazılı bildirim olmamasına rağmen dava açma süresinin başladığı kabul edilebilir. Yazılı bildirimin yapılmadığı ve dava açma süresinin başladığının kabul edildiği bu hâllerde de idare tarafından ilgililerin dava açma haklarını kullanabilmelerine yönelik en uygun vasıtaların kullanılmış olması gerekir. İdare tarafından yapılan bildirime ilişkin vasıtanın dava açma süresini başlatır nitelikte olup olmadığını belirlerken kullanılan ölçütün işlem sahibi idareyi de ağır bir külfet altında bırakır nitelikte olmamasına dikkat edilmelidir.
Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi benzer bir başvuruda ÇED'e ilişkin mevzuatta; gerçekleştirilmesi planlanan projenin ÇED süreci hakkında projeden etkilenecek veya etkilenmesi muhtemel halkın yaşadığı yer veya yerlerde ilan yapılmasının öngörüldüğünü, bu ilan ile kararın yöre halkına duyurularak kişi ve kurumların süreç hakkında bilgilendirilmesinin amaçlandığını ifade etmektedir. Dolayısıyla ÇED olumlu kararı verildikten sonra yöre halkına yapılacak bilgilendirmenin halkın haberdar olmasını sağlayacak şekilde yapılmalıdır.
♦ (Mehmet Bolat ve diğerleri, B. No: 2013/5974, 10/3/2016)
♦ (Demirdöven Köyü Tüzel Kişiliği ve diğerleri, B. No: 2014/14359, 25/12/2018)
♦ (Beyza Gümüş ve diğerleri, B. No: 2018/21003, 19/11/2020)
♦ (Beyza Gümüş ve diğerleri (2), B. No: 2018/17517, 2/12/2020)
Çevresel Etki Değerlendirilmesine (ÇED) İlişkin İdari Davalarda Menfaat Koşulunun Değerlendirilmesi
Dava konusu edilen bir idari işlemin bireyin menfaatini ihlal edip etmediğini belirleme ve mevzuatı bu yönüyle yorumlama görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Derece mahkemeleri, önlerindeki uyuşmazlığın niteliğini ve ilgili mevzuat hükümlerini gözönünde bulundurarak dava konusu işlemin davacının hukuki durumu üzerinde yaratabileceği etki ve sonuçlardan hareketle menfaatini ihlal edip etmediğini değerlendirir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava konusu edilen işlemin başvurucunun menfaatini ihlal edip etmediğinin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, idari işlemin bireyin menfaatini etkilemediğiyle ilgili derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir.
Ölçülülüğün üçüncü alt ilkesi olan orantılılık, hakkın sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengenin sağlanmasını gerektirmektedir. Öngörülen tedbirin bireyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenmemesi gerekmektedir.
Derece mahkemeleri, dava konusu edilen işlemin bireyin menfaatini ihlal edip etmediğini irdelerken ve buna dair usul kurallarını uygularken söz konusu düzenlemenin getirilmesiyle ulaşılmak istenen kamu yararı ile bireyin menfaatleri arasında adil bir denge gözetmelidir. Bu bağlamda menfaat ihlali koşulundan hareketle uyuşmazlığın esasının incelenebilirliğinin değerlendirilmesinde kamu yararı ile bireyin menfaatleri arasındaki denge kurulurken dava konusu edilen işlemin mahiyeti, başvurucunun hukuki durumuna ve gelecek yaşantısına ne şekilde etkilerinin olduğu, işlemin hukuka uygunluk denetiminin gerçekleştirilmemiş olması dolayısıyla bertaraf edilemeyen bu etkilerin başvurucuya bir külfet yükleyip yüklemediği gibi hususlar gözönünde bulundurulabilir. Bu kapsamda bireyin hukuki durumu üzerinde birtakım etki ve sonuçlar doğurduğu, dolayısıyla hak ve menfaatlerini etkilediği çok açık olan bir idari işlemi yargı mercileri önünde uyuşmazlık konusu etme olanağından yoksun bırakılması bu konuda mahkemeye erişimini imkânsız hâle getirebileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir.
Bu çerçevede, örnek olarak, tarafların mülklerinin proje sahasına yakın olması veya kullanım amacı gibi öznel koşulları dikkate almaksızın bir proje sahasında mülkü olmayanların -projeye yakın sahada mülkü olsa bile- projeye karşı hiçbir durumda dava açamayacakları yönünde kategorik bir yaklaşımın benimsenmesi yukarıdaki ilkeler doğrultusunda mahkemeye erişim hakkının ihlali sonucunu doğurabilir.
İlgili Kararlar
♦ (Kemal Çakır ve diğerleri [GK], B. No: 2016/13846, 5/3/2020)
♦ (Arif Ekim ve diğerleri, B. No: 2016/9276, 8/9/2020)
Davada Uygulanacak Hukuk Kurallarına İlişkin Yorumun Öngörülemez Nitelikte Olması
Bir kanuni düzenlemenin bireylerin davranışını ona göre düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi, kişinin gerektiği takdirde hukuki yardım almak suretiyle, bu kanunun düzenlediği alanda belli bir eylem nedeniyle ortaya çıkacak sonuçları makul bir düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir. Öngörülebilirliğin mutlak ölçüde olması gerekmez. Kanunun açıklığı arzu edilir bir durum olmakla birlikte bazen aşırı bir katılığı da beraberinde getirebilir. Oysa hukukun ortaya çıkan değişikliklere uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok kanun, işin doğası gereği, yorumlanması ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı olan yoruma açık formüller içermektedir.
Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği ölçüde hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir.
Dava açma süresine ilişkin açık usul kurallarının önceden öngörülmeyecek şekilde olağanın dışında yorumlanması suretiyle derece mahkemesinin, açık olan kanun hükmüne olağanın dışında farklı bir anlam verip buna göre uygulama yapmış olması halinde mahkemeye erişim hakkı ihlal edilebilir.
İlgili Kararlar
♦ (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013)
♦ (Muharrem Kılıç, B. No: 2012/1071, 11/3/2015)
♦ (İdris Timur, B. No: 2014/6235, 29/6/2016)
♦ (Mükremin Eroğlu, B. No: 2013/9025, 6/1/2016)
♦ (Selin Mirkelam, B. No: 2013/7472, 7/1/2016)
♦ (Mustafa Boztepe, B. No: 2013/8502, 13/4/2016)
♦ (Ramazan Şaş, B. No: 2014/16928, 27/10/2016)
♦ (İbrahim Tuncer, B. No: 2016/15305, 23/10/2019)
♦ (İlhami Arslan, B. No: 2015/7984, 8/1/2020)
♦ (B.A.Ş., B. No: 2017/28013, 22/7/2020)
♦ (Nermin Aslan, B. No: 2018/7666, 21/10/2020)
♦ (Remzi Serdar, B. No: 2018/18201, 11/2/2021)
♦ (Semih Tekin [GK], B. No: 2018/34064, 17/3/2021)
♦ (R.Ç., B. No: 2018/6238, 25/2/2021)
Kadastroda Maddi Hatalar Yönünden Devletin Sorumluluğuna Dair Yargıtay Kararlarından Sonra Açılan Tazminat Davalarının Zamanaşımı Nedeniyle Reddi
Dava açma süresinin işlemeye başladığı an mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda dava açma süresinin, hak sahibinin henüz dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir.
Öte yandan mahkemeler, dava açma süresi öngören kanun hükümlerini yorumlarken sınırlamanın istisna olduğu ilkesini gözeterek aşırı şekilcilikten kaçınmalı ve yorum kurallarının imkân verdiği ölçüde davayı ayakta tutma yolunda bir yaklaşım benimsemelidir. Bununla birlikte mahkemelerin sürenin varlık sebebini anlamsız kılma pahasına yorum kurallarının sınırlarını zorlayarak kanunda öngörülen dava açma süresini bertaraf etmesi hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin zedelenmesine neden olabilir. Bu nedenle süreye ilişkin kanun hükümlerinin yorumunda hukuki güvenlik ve istikrar ilkesi ile mahkemeye erişim hakkı arasındaki hassas denge gözetilmelidir.
Belirli bir tarihte etkili hale gelen bir hukuk yolunun bu tarihten önce tüketilmesi gerektiğine ilişkin yorum mahkemeye erişim hakkının ihlaline neden olabilmektedir.
Örnek olarak Yargıtay, 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi uyarınca açılacak tazminat davalarının 6098 sayılı Kanun’un 146. maddesi (818 sayılı mülga Kanun’un 125. maddesi) gereğince on yıllık genel zamanaşımı süresine tabi olduğunu kabul etmektedir. Buna göre kadastro tespiti nedeniyle mülkiyet kaybının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl içinde tazminat davasının açılması gerekmektedir.
Sonradan oluşan bir hukuk yoluna ilişkin zamanaşımı süresinin kişinin bu yola başvurmasını kesin olarak imkânsız hâle getirecek bir tarihte başlayacağının kabulü, sınırlamanın istisna olduğu ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi kapsamında 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş bulunan tazminat talepleri hakkında bu tarihten itibaren makul bir süre içerisinde dava açılabileceğinin kabulü gerekmektedir. Bu sürenin ne kadar olacağının takdirinin derece mahkemelerine ve özellikle içtihat mahkemesi konumunda olan Yargıtaya ait olduğu kuşkusuz olmakla birlikte, derece mahkemelerinin bu yönde bir değerlendirmeye yer vermemesi ve dava açılmasını mümkün hâle getirebilecek şekilde makul bir süre tespiti yoluna gitmemesi Anayasa Mahkemesi nezdinde ihlallere yol açmıştır.
İlgili Kararlar
♦ (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017)
♦ (Ayşe Çidem Tekindağ ve diğerleri, B. No: 2017/15121, 11/12/2019)
♦ (Mehmet Aykut Vural, B. No: 2017/16486, 29/1/2020)
♦ (S.S.Teos Tatil Köyü Altyapi Kooperatifi, B. No: 2017/20651, 21/10/2020)
♦ (Nazmi Ömer Pakel ve Melike Coşkunoğlu, B. No: 2018/7363, 15/12/2020)
Usulsüz Tebligat İddialarının Değerlendirilmemesi
AİHM, mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir.
Tebligat, yetkili makamlarca birtakım hukuki işlemlerin bu işlemin hukuki sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kişilere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin usulüne uygun olarak yapıldığının belgelendirilmesi işlemidir. Usulüne uygun işlemlerin kendisine bağlanan hukuki sonuçları doğurabilmesi için muhatabına bildirilmesi gerekir. Usulüne uygun olarak yapılan tebligat, Anayasa'da güvence altına alınmış olan iddia ve savunma hakkının tam olarak kullanılabilmesinin ve bireylere tanınan hak arama hürriyetinin önemli güvencelerinden biridir.
Yetkili makamların tebliğ işlemlerini yürütürken gerekli özeni göstermemesi nedeniyle tebliğin muhatabı, tebliğ konusuna vâkıf olamayabilir. Böyle bir durumda kişinin herhangi bir kusuru bulunmadığı hâlde kişiyi tebligata bağlanan sonuçtan sorumlu tutmak hakkın varlığını anlamsız kılabilir ve bu suretle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz hâle getirebilir.
İlgili Kararlar
♦ (Ahmet Turko, B. No: 2013/5949, 12/3/2015)
♦ (Ali Eluyğun, B. No: 2013/6102, 14/4/2016)
♦ (Ali Uyandıran ve diğerleri, B. No: 2014/9962, 19/7/2017)
♦ (Ertuğrul Dalbaş, B. No: 2014/7805, 25/10/2017)
♦ (Halil Güler, B. No: 2015/11002, 3/7/2018)
♦ (Mustafa Adnan Çobanoğlu, B. No: 2016/2595, 21/3/2019)
♦ (Aleyna Öztürk, B. No: 2017/23209, 16/9/2020)
♦ (Sınırlı Sorumlu Yeni Mavi Ay Konut Yapı Kooperatifi, B. No: 2018/8474, 12/1/2022)
Kanun Yolu Başvurusunun Karara Bağlanmaması
Mahkemeye erişim hakkı ilk derece mahkemesine dava açma hakkının yanı sıra itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise anılan yollara başvurma hakkını da içerir. Bununla birlikte, usul kanunlarının taraflara karar düzeltme yoluna başvurma hakkını tanıdığı hâllerde temyiz incelemesi sonucu verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna başvuru hakkının Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında olduğunun kabulü gereklidir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, karar düzeltme yolunun açık olduğu hallerde kişilere bu aşamada ileri sürülen iddiaların ilgili yargı merci tarafından incelenmesi yönünde pozitif bir yükümlülük içermektedir.
Bir uyuşmazlığın bir mahkeme tarafından karara bağlanması hakkı, mahkeme hakkından türetilen bir haktır. Gerçekten de bir mahkemenin yalnızca önüne getirilen maddi ve hukuki sorunları inceleyebilmesi yeterli değildir; bu yargı yerinin aynı zamanda bir karar verebilmesi de gerekir. Mahkeme hakkını kullanan tarafın amacı, davanın sonucunda bir karar elde etmektir. Karar elde edemiyorsa, dava açmanın da bir anlamı olduğu söylenemez.
İlgili Kararlar
♦ (Medikal Kozmetik ve Dış Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2014/8282, 8/3/2017)
♦ (Metin Öztürk, B. No: 2014/18838, 8/3/2017)
♦ (Bob Ross İncorporated, B. No: 2015/14347, 3/7/2019)
♦ (Ayhan Şaşar, B. No: 2016/15514, 23/10/2019)
♦ (Petrol Ofisi A.Ş., B. No: 2016/14254, 28/11/2019)
♦ (Ahmet Acar ve diğerleri, B. No: 2018/22894, 15/6/2021)
İdari İşlemlerin İcrailik Niteliğinin Değerlendirilmesinde Katı Şekilci Yorumun Benimsenmesi
Derece mahkemeleri idari işlemlerin dava konusu edilebilirliğiyle ilgili koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğini irdelerken ve usul kurallarını uygularken söz konusu düzenlemenin getirilmesi ile ulaşılmak istenen kamu yararı ile bireyin menfaatleri arasında adil bir denge gözetmelidir. Bu bağlamda idari işlemin icrailik vasfından hareketle dava konusu edilebilirliğinin değerlendirilmesinde kamu yararı ile bireyin menfaatleri arasındaki denge kurulurken dava konusu edilen işlemin mahiyeti, başvurucunun hukuki durumuna ve gelecek yaşantısına ne şekilde etkilerinin olduğu, işlemin dava konusu edilememiş olmasından dolayı bertaraf edilemeyen bu etkilerin başvurucuya bir külfet yükleyip yüklemediği gibi hususlar gözönünde bulundurulabilir.
Bir idari işlemin icrailik niteliği taşıyıp taşımadığı yönündeki değerlendirmeden hareketle dava konusu edilip edilemeyeceğinin bu husustaki kanun hükmünü uygulayacak olan idari yargı mercii tarafından tespit edileceği açıktır. Bununla birlikte ilgili kanun hükmünü uygulayan yargı merciinin idari işlemin dava konusu edilemeyeceği yönünde bir tespit ve değerlendirmede bulunmuş olması tek başına ve her zaman ortada bir uyuşmazlığın bulunmadığı sonucuna ulaşılması için yeterli değildir. Bireysel başvuru kapsamında yapılan incelemelerde Sözleşme'nin 6. maddesinin uygulanabilirliğinin tespiti için aynı mahiyetteki idari işlemlere ilişkin olarak iç hukukta kabul görmüş bir uyuşmazlık olgusu bulunup bulunmadığının da değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirmenin yapılmasında ise derece mahkemelerince aynı mahiyetteki idari işlemlerin dava konusu edilebileceğinin kabul edilmesi ve bu tip işlemlerden doğan uyuşmazlıkların esasının incelenmesi önemli bir ölçüttür. Özellikle içtihat mahkemesi olan Danıştayın yorum ve uygulamalarının bu hususta belirleyici bir role sahip olduğu söylenebilir.
Bu doğrultuda derece mahkemelerinin idari işlemin icrailik niteliğini taşıyıp taşımadığının, dolayısıyla davaya konu edilebilirliğinin değerlendirilmesiyle ve 2577 sayılı Kanun'da düzenlenen usul kurallarının uygulanmasıyla ilgili şekilci yorumu başvurucunun hukuksal durumunu etkileyen idari işlemden doğan uyuşmazlığı mahkeme önüne taşımasını engelleyerek mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
İlgili Kararlar
♦ (Ali Diren, B. No: 2015/13108, 18/4/2018)
♦ (Tasfiye Halinde Domino Medya Bil. İlt. Rek. Yayın İnş. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2016/14948, 26/2/2020)
♦ (Solmaz Güntemur, B. No: 2018/12262, 3/12/2020)
♦ (Muhammed Mustafa Balaban, B. No: 2018/9314, 14/9/2022)
Uyuşmazlığın Esasına Dair Talep Hakkında Karar Verilmemesi
Mahkemeye erişim hakkı bireylerin yalnızca dava açabilme hakkını güvence altına almaz. Yargı mercilerince uyuşmazlığın içinde yer alan maddi ve hukuki sorunların bütünüyle ele alınması ve karara bağlanması gerekir. Bu açıdan mahkemeye erişim hakkı uyuşmazlığın karara bağlanmasını isteme hakkını da içerir. Başka bir ifadeyle mahkemeye erişim hakkı, dava açma hakkı ile sınırlı olmaksızın taraflara dava konusunu oluşturan tüm taleplerin esasının incelenerek değerlendirilmesini isteme hakkı sağlar.
Kişinin yargılama sürecinin tüm aşamalarında dile getirdiği ve uyuşmazlığın esasını oluşturan talebi ile ilgili olarak mahkemece değerlendirme yapılmak suretiyle olumlu ya da olumsuz herhangi bir karar verilmemesi, bu açıdan başvurucunun yargılama sonucunda karar elde etme hakkından yoksun bırakılarak mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesine neden olabilir.
İlgili Kararlar
♦ (Sami Koç, B. No: 2014/20343, 21/9/2017)
♦ (Kayhan Erciyeş, B. No: 2017/23696, 29/9/2020)
İdari Davalarda Menfaat Bağının Eksik Değerlendirilmesi Sonucu Davanın Reddi
Bireyin kamu makamları tarafından kamu gücü kullanılarak hakkında gerçekleştirilen ve sonuçları itibarıyla hukuksal durumunu, dolayısıyla menfaatini etkileyen bir idari işlemle ilgili uyuşmazlığın mahkeme önünde incelenmesi imkânından yoksun bırakılması mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil edebilir.
Derece mahkemelerinin dava konusu edilen işlemlerin iptal edilmesinde bireyin menfaati bulunup bulunmadığını değerlendirmesiyle ve buna dair usul kurallarını uygulamasıyla ilgili şekilci yorumlarının, bireyin hukuksal durumunu etkileyen idari işlemden doğan uyuşmazlığın mahkeme önünde karara bağlanmasını engellemesi halinde mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilebilir.
İlgili Kararlar
♦ (Levent Tütüncü, B. No: 2015/3690, 18/7/2018)
♦ (Kudusi Şerifte Kain Maryakop Ermeni Kilisesi Vakfı, B. No: 2016/14982, 12/9/2019)
♦ (Billur Solagay, B. No: 2018/3709, 11/2/2021)
İhalenin Feshi Davalarının Reddi Halinde Yüksek Para Cezasına Hükmedilmesi
Bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan başvurucuların reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan harç veya benzeri bir mali külfete mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır.
Alacaklının haklarının korunmasındaki yarar ile başvurucunun ihalenin feshini dava konusu edebilmesindeki menfaati arasında adil bir denge kurulamadığında, uygulanan para cezasının miktarının başvurucuya olağanın ötesinde bir külfet yüklemesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğine karar verilebilir.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 134. maddesinde, ihalenin feshi davasının reddedilmesi hâlinde icra mahkemesinin davacıyı feshi istenen ihale bedelinin %10'u oranında para cezasına mahkûm edeceği belirtilmiştir. Kanun'da öngörülen bu para cezası ihalenin feshi isteğinin esastan reddedilmesi hâlinde doğrudan uygulanmaktadır. Buna ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi tarafından Kanun’da herhangi bir üst sınır öngörülmediği ve derece mahkemelerinin somut durumun özelliklerini gözönünde tutmasını temin edecek bir esnekliğin sağlanmadığı, dolayısıyla hâkime herhangi bir takdir yetkisi tanınmadığı kanaatine ulaşılmıştır.
İlgili Kararlar
♦ (Yıldız Eker [GK], B. No: 2015/18872, 22/11/2018)
♦ (Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı, B. No: 2016/738, 4/7/2019)
♦ (Karataş Demir Çelik Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. ve diğerleri, B. No: 2019/15518, 21/9/2022)
Anayasa Mahkemesince İptal Edilen Kanun Hükmüne Dayanılarak Davanın Reddedilmesi/Açılmamış Sayılması
Mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılmasının hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gerekir.
6100 sayılı Kanun'un 20. maddesi ile ilgili olarak somut norm denetimi yoluyla gelen bir iptal başvurusunda"...bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten..." ibaresinin Anayasa'nın 36. maddesine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talep edilmiş; Anayasa Mahkemesi, dosya üzerinden verilen kesin nitelikteki görevsizlik ve yetkisizlik kararları taraflara tefhim ya da tebliğ edilmeden, verildiği an esas alınarak iki haftalık sürenin başlatılması suretiyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin hukuki sonuçları itibarıyla hak arama özgürlüğünü amacını aşacak şekilde sınırlandırdığını belirterek Kanun'un bu ibaresinin Anayasa'ya aykırı olduğuna karar vermiş ve hükmün bu kısmını iptal etmiştir.
Bu karar neticesinde derece mahkemelerince yapılan değerlendirmelerin, hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri bağlamında öngörülebilirlik sınırları içerisinde olmaması ve başvurucuların mahkemeye ulaşmasını aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren nitelikte olması halinde, mahkemeye erişim hakkının ihlal ettiğine karar verilmiştir. Benzer durumlarda da (Anayasa Mahkemesi iptal kararının gözetilmemesi) yine mahkemeye erişim hakkı ya da diğer ilgili hakların ihlali söz konusu olabilir.
İlgili Kararlar
♦ (Mehmet Soysal ve diğerleri, B. No: 2014/2678, 17/11/2016)
♦ (Yusuf Büyükcelep, B. No: 2016/9878, 6/2/2019)
İşe İade Davasının Bariz Takdir Hatası ile OHAL Komisyonunun Görevinde Sayılması
İş mahkemeleri, karar tarihinde yürürlükte bulunan 5521 sayılı Kanun -ve aynı zamanda bu Kanunu yürürlükten kaldıran 7306 sayılı Kanun- hükümlerine göre işçi sayılan kişilerle işveren arasındaki iş sözleşmesine veya İş Kanunu'na dayanan uyuşmazlıkların çözümü için kurulmuş mahkemelerdir. 685 sayılı KHK'nın 1. maddesinde OHAL Komisyonunun yetkisinin başka bir idari işlem tesis edilmeksizin doğrudan kanun hükmünde kararname hükümleri ile tesis edilen işlemlere ilişkin başvurularla sınırlı olduğu herhangi bir duraksamaya yer vermeyecek şekilde açıkça düzenlenmiş ve Yargıtay uygulamalarında da KHK'ya dayalı hukuki işlemle tesis edilen fesih işlemlerinin yargısal denetime tabi olduğu net bir şekilde ifade edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi bu doğrultuda işçi ve işveren arasındaki iş hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıkları çözme görevi verilen derece mahkemelerinin OHAL Komisyonunu işaret ederek önüne gelen bir uyuşmazlığın esası hakkında inceleme yapmadan yargılamayı sona erdirmesini bariz bir yorum hatası olrak görmüş ve bunun yargılama sonucunda verilen kararın kanunilik unsuruna aykırılık teşkil ettiğini ortaya koymuştur.
İlgili Kararlar
♦ (Ahmet Özdoğan, B. No: 2017/26326, 9/1/2019)
♦ (Hamiyet Sürücü, B. No: 2017/32292, 14/10/2020)
Orta Malları İçin Kadastro Öncesi Nedenlere Dayalı Davalarda Yargı Makamları Tarafından Kanunda Olmayan Hak Düşürücü Süre Öngörülmesi
Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler, dava açma ya da kanun yollarına başvurma hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir.
Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi, Yargıtay 16. Hukuk Dairesi ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, hakkında tutanak düzenlenmeyen ya da tespit harici bırakılan yerler hakkında kadastro öncesi nedenlere dayanılarak dava açılmasını engelleyen ya da hak düşürücü süre belirleyen yasal düzenleme mevcut olmadığından bu tür davalar için süre sınırı bulunmadığını kabul ettiğini, bu açıdan mevzuatta süre sınırı öngören herhangi bir düzenlemenin bulunmadığının anlaşıldığını, dava konusu yapılan taşınmaz hakkındaki zilyetliğe dayalı tescil davasının iki yıl içinde açılmasını zorunlu kılan Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin uygulamasının Anayasa'nın 36. maddesi anlamında müdahalenin unsurlarından biri olan kanunilik şartını sağlamadığını belirtmiştir.
İlgili Kararlar
♦ (Yahya Özay, B. No: 2014/11141, 22/9/2016)
♦ (Mehmet Gözütok, B. No: 2014/2522, 9/3/2017)
Dava Konusunun Temyiz/İstinaf Sınırının Altında Kaldığına İlişkin Yorumun Kanuni Dayanaktan Yoksun Olması
Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir. Kanunilik unsuru yönünden değerlendirme yapılırken derece mahkemelerince müdahaleye imkân tanıyan kanun hükümlerinin yorumu ve bu hükümlerin olaya uygulanması bariz takdir hatası ya da açık keyfîlik içermediği sürece bu alanda bir inceleme yapılması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Ancak derece mahkemelerinin müdahaleye imkân tanıyan kanun hükmünü açık bir biçimde hatalı yorumladıkları ve uyguladıklarının tespiti hâlinde müdahalenin kanunilik temelinden yoksun olduğu sonucuna ulaşılabilir.
Yukarıdaki ilke doğrultusunda mahkemelerin temyiz ya da istinaf sınırını tespit ederken ilgili kanun hükümlerini açıkça kanuna aykırı ve öngörülemez şekilde yorumlamaları kişileri kanun yolu incelemesinden mahrum bırakarak mahkeme erişim hakkına müdahaleyi kanuni temelden yoksun bırakabilir.
İlgili Kararlar
♦ (Marka Madeni Yağ Sanayi Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2018/20215, 20/10/2020)
♦ (Bülent Özer, B. No: 2018/36896, 25/2/2021)
♦ (Fatma Mutlu, B. No: 2021/46030, 23/10/2024)
Davada Uygulanacak Kuralın AYM Tarafından İptalinin Hükmün Kesinleşmesinden Önce Yürürlüğe Girmesine Rağmen Uygulanmaması
Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu; yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararları geriye yürümemekle birlikte somut norm denetiminde iptal kararının, itiraz başvurusuna konu yargılamada karar kesinleşmeden önce verilmesi halinde uygulanacağı noktasında tereddüt bulunmamaktadır. Adil yargılanma hakkının temel unsurlarından olan mahkemeye erişim hakkını engelleyen yasa kuralının iptal edilmesinden, henüz kararı kesinleşmeyen somut norm denetimine konu yargılamadaki tarafların öncelikle faydalanacağı açıktır.
İlgili Kararlar
♦ (Gemak Gemi İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş., B. No: 2013/7698, 18/2/2016)
Anayasa'nın 40. Maddesi Gereği Başvuru Mercii ve Süresinin Uygun Şekilde Gösterilmemesi
Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da hatalı hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir.
Dava açma sürelerini düzenleyen, son derece karışık ve dağınık olan bir mevzuatın aşırı şekilci (katı) yorumu, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Özellikle başvuru mercii ve süresi gösterilmeyen işlemlerle ilgili davalarda mahkemelerin usul kurallarını yorumlarken mahkemeye erişim hakkının özünü zedeleyecek şekilde katı yorumdan kaçınmaları gerekir.
İlgili Kararlar
♦ (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016)
♦ (Mehmet Ziyat Özdemir, B. No: 2014/13899, 12/6/2018)
Davaya Katılmakta Hukuki Menfaati Bulunanlara İhbar Yapılmaması
Bireyin sonucu itibarıyla menfaatini etkileyen bir davadan haberdar edilmeyerek davaya katılımının sağlanmaması ve mahkeme önünde argümanlarını öne sürme imkânından yoksun bırakılması mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder. Bireylere menfaatlerini etkileyen işlemlere karşı dava açabilmelerinin yanı sıra üçüncü şahıslarca açılmış ve doğrudan taraf olmadıkları ancak sonucu itibarıyla menfaatlerini etkileyen bir davada iddia ve savunmalarını dile getirebilmeleri amacıyla davaya katılma imkânının sağlanması da mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirilmesi gereken güvencelerden biridir.
Bununla birlikte üçüncü kişilerin kendi menfaatlerini etkileyen bir davaya katılmaları için belli koşullar ve usul kuralları öngörülmesi, bu koşullar ve kurallar davaya katılmayı imkânsız kılmadığı ya da aşırı derecede zorlaştırmadığı sürece mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ancak yargı merciince bu koşul ve kuralların hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması sonucunda, kendilerini etkileyen uyuşmazlıklarda menfaatlerini korumak isteyen kişilerin davaya katılmalarına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bu nedenle mahkemelerin bu koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğini irdelerken ve usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek nitelikte tutumlardan, yorum ve değerlendirmelerden kaçınmaları gerekir.
Bu itibarla bir davanın sonucundan menfaati etkilenecek kişilerin bu yargılama hakkında bilgi sahibi olabilmelerine, uyuşmazlığın çözümü için gerekli ve sonuca etkili olduğunu düşündükleri hususlarda açıklamada bulunabilmelerine, iddialarını ispata yönelik delil sunabilmelerine imkân sağlanması gerekir. Bu husus aynı zamanda yargı mercilerinin tüm verileri dikkate alıp değerlendirme yaptıktan sonra gerekçeli karar vermesini sağlayacağından silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesi ile de ilgilidir.
İlgili Kararlar
♦ (Sema Calgav ve Oya Yamak, B. No: 2015/13950, 24/5/2018)
♦ (Ziya Organik Tarım İşletmeleri A.Ş., B. No: 2017/36838, 22/7/2020)
♦ (Ayşe Durucan Saygı ve diğerleri [GK], B. No: 2020/17478, 29/11/2023)
♦ (Saffet Öksüz, B. No: 2021/16758, 7/3/2024)
♦ (Aslan Günay ve diğerleri, B. No: 2022/82421, 28/11/2024)
Askeri İdari Yargının 6771 Sayılı Kanunla Yapılan Anayasa Değişiklikleri Sonrasında Kaldırılması Nedeniyle İncelenemeyen Davaların Görevli Mahkemelerce Esastan Görülmemesi
Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir.
Kanunilik unsuru yönünden değerlendirme yapılırken derece mahkemelerince müdahaleye imkân tanıyan kanun hükümlerinin yorumu ve bu hükümlerin olaya uygulanması bariz takdir hatası ya da açık bir keyfîlik içermediği sürece bu alanda bir inceleme yapılması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Ancak derece mahkemelerinin müdahaleye imkân tanıyan kanun hükmünü açık bir biçimde hatalı yorumladıkları ve uyguladıklarının tespiti hâlinde müdahalenin kanunilik temelinden yoksun olduğu sonucuna ulaşılabilir.
Yukarıdaki ilkeler doğrultusunda askeri mahkemelerin anayasa değişikliği ile ortadan kaldırılması ertesinde mevcut dosyaların değişiklik sonrası intikal ettirildiği idari mahkemelerce derdestlik gerekçesiyle incelemeksizin reddedilmesi Anayasa Mahkemesi tarafından kanuni dayanaktan yoksun bulunmuştur.
♦ (Muhammet Kalip, B. No: 2017/34863, 13/10/2020)
♦ (Ramazan Sağancığ, B. No: 2018/11206, 8/6/2021)
Gerekçeli Karar Yerine Kısa Karara İstinaden Temyiz Talebinin Süreaşımı Gerekçesiyle Reddi
Mahkeme kararlarının hukuka uygun olup olmadığına yönelik uyuşmazlığın çözümlenmek üzere bir yargı makamı önüne taşınması kanun yoluna başvurma olarak nitelendirilmektedir. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Adil yargılanma hakkı bir mahkeme kararına karşı üst yargı yollarına başvurabilmeyi güvence altına almamakla birlikte gerek suç isnadına bağlı yargılamalarda gerekse medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise bu kanun yolları yönünden de adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerin sağlanması gerekir.
Davanın taraflarına gerekçeli mahkeme kararının usulüne uygun olarak bildirilmesi ve tarafların bu gerekçeye göre ayrıntılı itiraz nedenlerini bildirerek temyiz hakkını kullanmaları; kanun yolunun etkili bir şekilde kullanılması ve bu suretle de hakkaniyete uygun yargılamanın sağlanması açısından zorunludur.
Kararların gerekçeli olması, davanın taraflarının mahkeme kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven duymalarını sağladığı gibi, tarafların kanun yoluna etkili başvuru yapmalarını mümkün hale getiren en önemli faktörlerdendir. Gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olmayacağı gibi bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez.
İlgili Kararlar
♦ (Ünsal Karabulut, B. No: 2014/12045, 17/11/2016)
♦ (S.K, B. No: 2015/2438, 19/4/2018)
♦ (Prizma Pres Matbaacılık Yayıncılık Sanayi ve Ticaret A.Ş., B. No: 2017/33635, 10/6/2020)
♦ (İhsan Yücel ve Necmiye Anaç, B. No: 2019/12803, 14/9/2022)
♦ (Rüstem Gül, B. No: 2021/26038, 22/11/2023)
♦ (Güçlü Enerji ve Üretim Organizasyon San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2020/28399, 12/6/2024)
Derin ve Süregelen İçtihat Farklılıklarının Giderilmemesi
Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir.
İlgili mevzuatın ilk defa yorumlanmasında yetki ve görev bakımından farklı durumda bulunan mahkemeler arasında farklılıklar oluşması doğaldır. Diğer bir deyişle değişik yargı kademelerinde görev alan hâkimlerin tamamının ilk defa uygulanan bir kuralı aynı şekilde yorumlaması mümkün olmayabilir. Ancak böylesi bir durumda mahkemelerin uygulamaları arasındaki uyumu ve içtihat birliğini sağlamaya yönelik mekanizmalar önem taşımaktadır. Yüksek mahkemelerin fonksiyonlarından biri de yargı kararları arasında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamanı gerektirdiği açıktır.
Bir kanun hükmüne ilişkin içtihadın henüz yerleşik hâle gelmediği bir aşamada o hükmün yargı organlarınca farklı biçimlerde yorumlanabilmesi hukukun doğası gereğidir. Zira hukukta nesnelliğin sağlanabilmesi açısından hukuk kurallarının belli ölçüde soyut kavramlar içermesi kaçınılmazdır. Nesnel hukuk kurallarının maddi âlemde gerçekleşen olaylarla bire bir örtüşmesi ve bunlara uygulanması ise her zaman mümkün olmayabilmektedir. Öte yandan hukuk kurallarının kapsamının tespitinde kural koyucu ne kadar titiz davranırsa davransın kuralın yürürlüğe girmesinden ve uygulanmaya başlanmasından sonra öngörülemeyen bazı yeni durumların ortaya çıkması da mümkündür. Bu gibi hâllerde kuralın yetkili otoritelerce ve özellikle yargı organlarınca yorumlanması zorunlu hâle gelmektedir. Kuralı yorumlayan otoritelerin birden fazla olması, bazı hâllerde kuralın birden fazla yorumlanmasını önlenemez kılmaktadır. Dolayısıyla hukuk kurallarının bu niteliği dikkate alındığında bir kanun hükmünün yargı organlarınca farklı biçimlerde yorumlanabilmesi ve kurala ilişkin farklı içtihatların varlığı tek başına kuralın belirsiz ve öngörülemez olduğu yargısına ulaşmayı haklı kılmaz. Bununla birlikte birden fazla içtihadın varlığı hukuk kurallarının temel bir özelliği olan bireyin davranışını yönlendirebilme gücünü zayıflatacak bir boyuta ulaşmışsa kamu düzeninin bozulduğundan söz edilebilir. Bu durumda bireylerin davranışlarını hangi içtihada göre yönlendirecekleri belirsizleşeceğinden öngörülebilirlik ortadan kalkar.
Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşması bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkarır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda yerleşmesi hâlinde bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir.
İlgili Kararlar
Mahkemeye Erişim Hakkına Müdahalenin Kanuni Dayanağının Bulunmaması
Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır.
Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik şartının sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir.
Bir uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarının ve özellikle müdahalenin kanuni dayanağını oluşturan kanun hükümlerinin yorumlanması derece mahkemelerinin takdirindedir. Derece mahkemelerince mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağını oluşturduğu ifade edilen hükümlerle ilgili olarak geliştirilen yorumların isabetli olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bununla birlikte derece mahkemelerinin yorumlarının kanunun açık lafzıyla çelişki içinde olduğu veya kanun metni dikkate alındığında bireyler tarafından öngörülmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşıldığı hâllerde mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı kanaatine varılması mümkündür.
♦ (Mustafa Karaca, B. No: 2014/11657, 22/6/2017) (Aleyhe fazladan temyiz karar harcı hükmedilmesi)
♦ (İrfan Çinkaya, B. No: 2014/11854, 5/10/2017) (Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine aykırı şekilde birden fazla davalı lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi)
♦ (S.Ö., B. No: 2017/25882, 23/6/2020) (İtirazın iptali davasının dava şartı yokluğundan reddi)
♦ (Murat Duygu, B. No: 2017/17263, 24/6/2020) (İşçilik alacaklarının tahsili talebinin esastan incelenmemesi)
♦ (Hasan Kızılırmak, B. No: 2017/5056, 29/9/2020) (Aleyhe nispi vekâlet ücreti hükmedilmesi)
♦ (Cem Taylan Erden ve diğerleri, B. No: 2017/32445, 19/11/2020) (Başvuru üzerine idari merci tarafından verilmiş karar olmaması nedeniyle davanın incelenmeksizin reddi)
♦ (Ahmet Önder ve diğerleri, B. No: 2018/23929, 10/2/2021) (Düzenleyici işlem ile temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması)
♦ (Kasım İlimoğlu (3), B. No: 2018/17191, 24/2/2021) (Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Sekreterliği tarafından tesis edilen idari işlemlere karşı açılan davanın incelenmeksizin reddi)
♦ (Ziynet Benli [GK], B. No: 2019/23977, 15/2/2023) (Tahkikat aşamasına dönülmesine rağmen salt bozma kararından sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesiyle ıslah talebinin reddi)
♦ (Ahmet Baş [GK], B. No: 2019/42746, 17/5/2023) (Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine aykırı şekilde birden fazla davalı lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi)
♦ (Şennur Atalar, B. No: 2019/38925, 13/12/2023) (670 sayılı KHK'nın 5/4 madde hükmüyle öngörülen idareye başvuru şartının hak sahipleri dışında borçlulara da uygulanması)
♦ (Denizbank A.Ş., B. No: 2020/9346, 25/1/2024) (Gider avansının verilen kesin süre içinde yatırılmadığı gerekçesiyle davanın reddi)
♦ (Ali Sağlam, B. No: 2019/6130, 9/1/2024) (Hak düşürücü sürenin müstakil sendikal tazminat talebi gözardı edilerek genel hükümlere göre tayin edilmesi)
♦ (İsa Çetin [GK], B. No: 2019/2284, 11/1/2024) (Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Sekreterliği tarafından tesis edilen idari işlemlere karşı açılan davanın incelenmeksizin reddi)
♦ (Vedat Çetin, B. No: 2020/32945, 30/4/2024) (Davanın açılış tarihinin mahkemece yanlış tespit edilmesi)
♦ (Ekrem Ece, B. No: 2020/13187, 2/5/2024) (Dava açma süresinin hesabında kanunda öngörülen düzenlemeye aykırı olarak resmî tatil gününün dikkate alınmaması)
♦ (Adnan Sülükçü, B. No: 2021/39246, 5/6/2024) (Dava açma süresinin hesabında Covid 19 tedbirleri kapsamında duran sürelerin dikkate alınmaması)
♦ (Mustafa Akbulut, B. No: 2020/34827, 17/7/2024) (Hükümözlü mahpusun açtığı davanın vesayet makamı kararı olmaksızın tek başına dava açma ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle reddi)
♦ (Gazanfer Gülen, B. No: 2019/4108, 28/11/2024) (Mahkemece dayanak alınan kanun hükmünün dava konusu hukuki durumu kapsamaması)
♦ (Feriha Önal, B. No: 2019/4828, 27/11/2024) (667 sayılı KHK’da kapatılan vakıf üniversitelerinde çalışanların sözleşmelerinin feshine dair düzenleme olmamasına rağmen feshin KHK’ya dayandırılması)
Yargılama Giderleri Yönünden Mahkemeye Erişim Hakkının İhlali
Dava açılırken veya yargılama sırasında taraflardan birine yükletilen harç ve diğer yargılama masraflarının miktarı, ilgilinin ödeme kabiliyeti ve kısıtlamanın getirildiği dava aşaması, mahkemeye erişim hakkı yönünden dikkate alınması gereken hususlardır. Bu açıdan somut olay koşullarında orantılılık incelemesi yapılırken Mahkeme tarafından ödenmesi istenen harç ve yargılama giderlerinin başvurucu için aşırı bir külfet oluşturup oluşturmadığı, bu yükümlülüğün kaldırılmasının yolu olan adli yardımla ilgili verilen ret kararın gerekçesinin yeterliliğinin de değerlendirilmesi gerektiği açıktır.
İlgililerin harç ve diğer yargılama giderleri ödemekle yükümlü kılınmasının mahkemeye erişim hakkını kısıtladığı tartışmasızdır. Bununla birlikte harç ve yargılama giderlerini ödeme yükümlülüğünün doğduğu ana göre müdahalenin derecesi değişebilmektedir. İlgilinin daha yargılamanın başında yargılama giderlerini ödemekle yükümlü kılınması ile yargılamanın sonunda yargılama giderlerini ödemeye mahkûm edilmesi arasında müdahalenin ağırlığı bakımından önemli farklılık bulunmaktadır. Yargılama giderlerinin davanın esasının incelenebilmesi şartı olarak öngörülmesinin davanın esası karara bağlandıktan sonra kişinin yargılama gideri ödemekle yükümlü kılınmasına nazaran mahkemeye erişim hakkına daha ağır bir müdahale teşkil edeceği kuşkusuzdur. Bu sebeple yargılama giderleri ödeme yükümlülüğünün yargılamanın sonuna ötelenmesinin hakka daha hafif bir müdahale teşkil etmesi sebebiyle tercihe şayan bir yöntem olduğu söylenebilir.
Anayasa Mahkemesi ayrıca; yabancı uyruklu kişiler (Mohamma Salem Pashto ve Nazı Salem [GK], B. No: 2019/26339, 17/5/2023) ve tüzel kişiler bakımından da (Kemtaş Tekstil İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş. [GK], B. No: 2020/22192, 17/5/2023) kararlarındaki ihlalin doğrudan kanundan kaynaklandığı tespit edildiği için TBMM’ye çağrıda bulunarak; adli yardıma ilişkin benzeri ihlallerin önüne geçilebilmesi amacıyla kanuni düzenleme yapılması gerektiğini ifade etmiştir.
İlgili Kararlar
♦ (Murat Daş, B. No: 2013/3063, 26/6/2014) (Haksız aleyhe vekâlete hükmedilmesi)
♦ (Hasan Kulakcı, B. No: 2013/9572, 17/2/2016) (Lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi)
♦ (Mahmut Türk, B. No: 2013/5965, 18/2/2016) (Yüksek aleyhe vekâlet ücreti)
♦ (Orhan Ersoy (14), B. No: 2015/1067, 26/12/2018) (Yenilenen dava için tekrar harç alınması)
♦ (Sadegül Başkuş ve Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası, B. No: 2014/2197, 21/9/2017) (Adli yardım talebinin reddi)
♦ (Famiye Beğim ve Mehmet Tahir Beğim, B. No: 2017/21882, 10/2/2021) (Avukatla temsil gerekçesiyle adli yardım talebinin reddi)
♦ (NKT Teknoloji Dağıtım Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2018/26844, 24/2/2021) (Gider avansının tamamlatılmaması)
♦ (İsmail Uğur, B. No: 2019/14623, 16/11/2022) (Adli yardım talebinin reddedilmesi)
♦ (Kemtaş Tekstil İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş. [GK], B. No: 2020/22192, 17/5/2023) (Tüzel kişiler için adli yardım talebinin reddi)
♦ (Mohamma Salem Pashto ve Nazı Salem [GK], B. No: 2019/26339, 17/5/2023) (Yabancı uyruklu kişiler için adli yardım talebinin reddi)
♦ (Atalay Yıldız, B. No: 2021/14356, 7/6/2023) (Adli yardım talebinin reddi)
♦ (Denizbank A.Ş., B. No: 2020/9346, 25/1/2024) (Gider avansının verilen kesin süre içinde yatırılmadığı gerekçesiyle davanın reddi)
♦ (Emir Dönmez, B. No: 2021/20059, 17/9/2024) (Adli yardım talebinin reddi)
♦ (CCG İnşaat Sanayi Yatırım ve Turizm A.Ş., B. No: 2020/33252, 2/10/2024) (Adli yardım talebinin reddi)
Mahkemeye Erişim Hakkına Yapılan Ölçüsüz Müdahale
Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturtulabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması, kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz.
Ölçülülük ilkesi öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını ve bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Öngörülen tedbirin kişiyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin ölçülü olduğundan söz edilemez.
Öte yandan mahkemelerin usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir.
İlgili Kararlar
♦ (Turgay Erdemir, B. No: 2019/38387, 15/3/2023)
♦ (İlhan Yürükaslan, B. No: 2019/13123, 10/5/2023)
♦ (Zeynep Aysu Kan [GK], B. No: 2019/11785, 14/9/2023)
♦ (Bülent Silkü, B. No: 2020/2418, 15/11/2023)
♦ (Ahmet Özgan ve Şule Özgan [GK], B. No: 2020/21347, 21/12/2023)
♦ (İsmail Tuncel [GK], B. No: 2019/8609, 21/12/2023)
♦ (Bülent Güven, B. No: 2019/7966, 2/4/2024)
♦ (Elif Yaylı, B. No: 2022/31465, 22/5/2024)
♦ (Kombassan Kağıt Matbaa Gıda ve Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş., B. No: 2019/30300, 18/7/2024)
OHAL Komisyonun Görevine Giren İdari İşleme İlişkin Talebin, İşlemin Doğrudan KHK ile Yapıldığı Gerekçesiyle İncelenmeksizin Reddi
Mahkemeye erişim hakkı savaş, seferberlik, OHAL gibi yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında değildir. Dolayısıyla bu hak yönünden OHAL dönemlerinde Anayasa'daki güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür.
Bununla birlikte temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbir yönünden kişilerin olağanüstü hâl döneminde de ölçüsüz veya keyfî müdahalelere karşı koyabilecekleri usule ilişkin güvencelerden yararlandırılması gerekir.
Örnek olarak (Ayhan Orhanlı [GK], B. No: 2019/7991, 23/2/2023) kararında mahkemelerce subaylığa nasbı onaylanmamış başvurucunun temin faaliyetinin 675 sayılı KHK ile iptal edilmesinin OHAL Komisyonunun görevi kapsamında olup olmadığı ilgili ve yeterli bir gerekçe ile değerlendirilmeden, sadece ilgili KHK hükmüne atıfla reddinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği tespit edilmiştir.
Söz konusu kararda başvurucunun hukuki statüsüne ilişkin olduğu açık olan temin faaliyetinin sonlandırılması ve nasbının yapılmamasına ilişkin işlemin doğrudan KHK ile tesis edildiği tespiti yapılmış, ancak başvuru 7075 sayılı Kanun gereğince OHAL Komisyonuna gönderilmemiştir. Böylelikle başvurucu yargısal kendisini keyfîliğe karşı koruyacak usule ilişkin bir güvenceden mahrum bırakılmıştır. Yargılama mercilerinin 7075 sayılı Kanun'un 2. maddesi kapsamında bir değerlendirme yapmadan davayı incelenmeksizin reddetmeleri Anayasa Mahkemesince öngörülemez bir yorum olarak nitelenmiştir.
İlgili Kararlar
♦ (Ayhan Orhanlı [GK], B. No: 2019/7991, 23/2/2023)
♦ (Ömer Faruk Bayar, B. No: 2019/14214, 20/9/2023)
Belirsiz Alacak Davasında Yargı Kararlarının Mahkemeye Erişim Hakkına Ölçüsüz Müdahalesi
Belirsiz alacak davası, ilk kez 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'yla getirilen bir dava türü olup davanın açıldığı tarihte alacağını tam olarak hesaplayamayan davacının zamanaşımı nedeniyle hak kaybına uğramasının önlenmesini hedeflemektedir. Böylece davacı, dava dilekçesinde alacağın tam miktarını gösterme mecburiyetinden kurtulmakta; yargılama sırasında tespit edilen gerçek alacak miktarına -davanın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın ve zamanaşımı riskiyle karşılaşmaksızın- kavuşma imkânı elde etmektedir. Dolayısıyla belirsiz alacak davasının alacaklının mahkemeye erişim hakkından yararlanması bakımından genel eda davasından farklı olarak bazı ek avantajlar getirdiği anlaşılmaktadır. Bu yönüyle belirsiz alacak davasının, esasın usule feda edilmesini önlemeye yönelik olarak getirilen bir hukuki çare olduğu anlaşılmaktadır.
Bir alacağın belirsiz alacak olup olmadığını tespit etmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Anayasa Mahkemesinin bu yönüyle yapacağı denetim yetkili yargısal makamların yaptığı değerlendirmenin bariz takdir hatası veya keyfîlik içerip içermediğini incelemekle sınırlıdır. Şayet bu biçimde bir hata veya keyfilik yoksa ilgili yargısal yorumların mahkemeye erişim hakkına ölçülü bir müdahale olup olmadığına bakılmalıdır.
Bu doğrultuda mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olabilmesi için davanın hukuki yarar yokluğundan reddedilmesinin son çare olması gerekir. 6100 sayılı Kanun'un 119. maddesinde dava dilekçesinde talep sonucunun eksik olması hâlinde hâkimin davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre vereceği hükme bağlanmıştır. Yine aynı Kanun'un 115. maddesinin (2) numaralı fıkrasında dava şartı noksanlığının giderilmesinin mümkün olması durumunda bunun tamamlanması için kesin süre verileceği ve bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedileceği belirtilmiştir. 6100 sayılı Kanun'un 31. maddesinde de hâkimin belirsiz veya çelişki gördüğü hususları açıklatma yetkisini haiz olduğu ifade edilmiştir.
Belirtilen hükümlerin usulüne aykırı olarak düzenlenen dava dilekçelerinin usulüne uygun hâle getirtilmesi için hâkime güçlü yetkiler verdiği görülmektedir. Hâkime bu yetkilerin tanınmasının amacı davacının maddi hakkının birtakım şekil eksiklikleri sebebiyle usule feda edilmesinin önlenmesi ve bu suretle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkından yararlanmasının sağlanmasıdır. Dolayısıyla hatalı olarak belirsiz alacak davası biçiminde açıldığının düşünülmesi hâlinde davanın genel eda davası olduğu kabul edilerek başvurucunun talep sonucunu netleştirmesi için başvurucuya süre verilmesinin davanın usulden reddi biçimindeki ağır bir müdahaleden kaçınılmasını sağlayacak bir araç olduğu görülmektedir. Daire, belirsiz alacak davasında talebin açık olması sebebiyle 6100 sayılı Kanun'un 119. maddesi uyarınca süre verilemeyeceğini kabul etmiş ise de davanın genel eda davası olarak kabulü hâlinde talep sonucunun eksik hâle geleceği açıktır. Yöntemince düzenlenmediği kabul edilen bir dava dilekçesinin düzeltilmesi ve yöntemine uygun hâle getirilmesi için süre verilmesi başvurucunun mahkemeye erişim hakkından yararlanmasını güvence altına alacaktır.
Mahkemeye erişim yönünden ek avantajlar sağlayan bir davanın koşullarının oluşmamış olmasının bu ek avantajların izalesiyle sınırlı bir etki doğurması makul karşılanabilir. Böyle bir durumda kişinin bu ek imkânlardan yararlandırılmaması sonucunu doğuracak bir aracın seçilmesinin kişiye ağır bir külfet yüklemediği değerlendirmesi yapılabilir. Ne var ki koşulları oluşmadan belirsiz alacak davası açıldığı gerekçesiyle kişinin belirsiz alacak davasıyla getirilen avantajlardan yararlanamamasının ötesinde mahrumiyetlerle karşılaşmasına yol açacak müdahaleler, son çare olarak kabul edilemez.
İlgili Kararlar
♦ (İsmail Avcı, B. No: 2019/12190, 22/2/2022) (Davanın dava şartı yokluğundan reddi)
♦ (Çetin Akboğa [GK], B. No: 2019/430, 23/3/2023)
♦ (Arzum Şarlak ve Sevim Tekbıyıkoğlu, B. No: 2019/9097, 13/12/2023)
♦ (Hüseyin Berat Şengül, B. No: 2019/22031, 10/7/2024)
Terörle Mücadeleden Doğan Zararlara Karşı İdare Hukukunun Genel Hükümlerine Göre Yapılan Manevi Tazminat Talebinin İncelenmeksizin Reddi
Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesine göre temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Ayrıca bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. Sonuç itibarıyla mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların kanuni olması, hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması, başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir.
Terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetlerden kaynaklanan maddi zararlarının tazmini için özel bir giderim usulü getiren 5233 sayılı Kanun aslen manevi zararların karşılanmasına engel olmayan bir yasadır. 2577 sayılı 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 12. ve 13. maddelerinde idarenin işlem veya eyleminden kaynaklı olarak hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, 5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazminine imkân sağlamaktadır. Buna karşın Anayasa Mahkemesi daha önce Abbas Emre, B. No: 2014/5005, 6/1/2016 ve aynı yöndeki birçok kararında bu yöndeki taleplerin, 5233 sayılı Kanun’da manevi zararların karşılanmasına ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmemesi nedeniyle reddedilmesini gerekçeli karar hakkı yönünden incelemiş ve ihlal sonucuna ulaşmıştır. Buna paralel olarak yalnız 5233 sayılı Kanun kapsamında bir talebin bulunmadığı buna mukabil 2577 sayılı Kanun’daki genel hükümlere göre talebin yine yargı organlarınca reddedildiği durumlarda da ihlal sonucuna ulaşılabilmektedir. Bu doğrultuda terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetlerden kaynaklanan maddi zararlardan ayrı olarak genel hükümler çerçevesinde talep edilen manevi tazminat taleplerini idarelerce 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi ve yargı organlarının idarenin katı ve şekilci bu yorumunu düzeltme imkânı bulunmasına rağmen benzer bir bakış açısıyla davanın esasını incelemeden reddetmesi mahkemeye erişim hakkını ihlali olarak değerlendirilmiştir.
İlgili Kararlar
Mahkeme Hakkı/Karar Hakkı
Hizmet Sözleşmesinde Şüphe Feshi Kaynaklı İhlaller
Demokratik bir toplumda vazgeçilmez bir hak niteliğindeki adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkeme hakkı, dava konusu edilen uyuşmazlığa ilişkin esaslı iddia ve savunmaların yargı merciince incelenerek değerlendirilmesini ve bir karara bağlanmasını gerektirir. Mahkeme hakkı bireylerin sadece yargılama sonucunda şeklî anlamda bir karar elde etmelerini güvence altına almakla kalmaz; aynı zamanda dava konusu edilen uyuşmazlığa ilişkin esaslı taleplerin yargı merciince bir sonuca bağlanmasını da gerekli kılar.
Mahkemenin önündeki uyuşmazlığı karara bağlarken taraflardan birinin iddia ve savunmasına bağlı kalarak buna karşı diğer tarafın öne sürdüğü esaslı itirazları tartışmadan yargılamayı sonuçlandırması hâlinde -ortada şeklî anlamda bir karar bulunsa bile- gerçek anlamda bir yargılama yapıldığından bahsedilemeyecektir. Bu durumda uyuşmazlığa karşı yargı yolunun teorik olarak açık olması pratikte bir anlam ifade etmeyecek, böylece mahkeme hakkı ve dolayısıyla adil yargılanma hakkı bir yanılsamadan ibaret kalacaktır. Bireylerin yargısal koruma taleplerine cevap vermek, bu bağlamda dava konusu uyuşmazlığın esasını inceleyerek iddia ve savunmaları değerlendirdikten sonra davayı karara bağlamak yargı mercilerinin anayasal yükümlülüğüdür.
Mahkemelerin davaları esastan reddettiklerini ifade etmeleri gerçek anlamda uyuşmazlığın esasının çözümlendiği anlamına gelmez. Uyuşmazlığın esasının karara bağlandığından söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin iş hukuku hükümleri çerçevesinde feshin geçerli bir sebebe dayanıp dayanmadığını incelemiş olması gerekir.
Derece mahkemeleri yargısal fonksiyonun esasını oluşturan uyuşmazlığın içinde yer alan maddi ve hukuki sorunların bütünüyle ele almadığı ve karara bağlanması işlevini yerine getirmediği takdirde gerçek anlamda bir yargısal faaliyet icra etmiş sayılmayacaktır. Dolayısıyla hukuk düzeni tarafından ilgiliye tanınan feshe karşı yargı yolunun açık olması teorik olmaktan öteye geçebilmelidir.
Bu genel ilkeler doğrultusunda özellikle OHAL döneminde kanun hükmünde kararnamelere istinaden bazı idari makamların hizmet sözleşmelerini şüphe feshi ile sona erdirmelerine ilişkin aşağıda örnekleri verilen ihlal kararları verilmiştir.
İlgili Kararlar
♦ (Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020)
♦ (Emin Arda Büyük [GK], B. No: 2017/28079, 2/7/2020)
♦ (G.K. ve diğerleri, B. No: 2018/16625, 3/11/2020)
♦ (Menduh Temiz ve diğerleri, B. No: 2018/33165, 8/6/2021)
♦ (Abdülmütalip Ata ve diğerleri, B. No: 2018/13101, 6/10/2021)
♦ (Dilan Başkurt ve diğerleri, B. No: 2018/31718, 22/2/2022)
♦ (İsmail İçer, B. No: 2018/20321, 2/3/2022)
♦ (Selçuk Bayraktutan, B. No: 2019/25202, 11/5/2023)
♦ (Mehmet Güngör, B. No: 2021/1719, 24/10/2024)
İdari Davalarda Menfaat Bağının Salt Şekilci Yorumla Değerlendirilmesi
Bazı davaların yargılama usulleri gereğince (düşme/açılmamış sayılma/karar verilmesine yer olmadığı/süre aşımı vb.) uyuşmazlığın esasının incelenemediği kararlarla da neticelenmiş olabilir. Bu durum kural olarak karar hakkı yönünden bir sorun teşkil etmez. Zira söz konusu hakkın sağladığı güvence bakımından önemli olan husus; açıldığı sırada davanın -usule ilişkin sorunlar hariç- uyuşmazlığın esasını çözüme kavuşturma potansiyeline sahip, bir başka ifadeyle dava açılmasındaki asıl amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasıdır.
Buna karşın idari davalarda kabul edilebilirliğe ilişkin ilk inceleme aşamasında kayda alınan menfaat koşulunun davanın açıldığı sırada bulunmasının yeterli görüldüğü ve bu bağın davanın sonuna kadar devam etmesinin aranmadığının göz önünde bulundurulması gerekir. Danıştay içtihatlarının da kamu görevlileri hakkında tesis edilen işlemler hakkında açılan davaların yargılama sırasında kamu görevlisi statülerinin herhangi bir nedenle sona ermesi durumunda dahi idari işlemle olan menfaat bağının ortadan kalkmayacağı yönünde olduğu görülmektedir. Bu itibarla örnek olarak bir kamu görevlisinin bir idari işleme karşı açtığı idari dava devam ederken görevinden ihraç edilmesi ve neticesinde mevcut hukuki yolların bulunmasına rağmen, gelecekte kamu görevine ihtimali gözetilmeden, menfaat bağının artık ortadan kalktığı sebebiyle esas hakkında karar verilmemesi anılan Danıştay içtihatlarıyla örtüşmeyecektir. Dolayısıyla 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda düzenlenen usul kurallarının, başvurucuların gelecekteki muhtemel hukuksal durumlarına etkileyebilecek hususlar gözetilmeden şekilci bir yaklaşımla karar verilmesi adil yargılama kapsamındaki karar hakkının ihlal edilmesine neden olabilmektedir.
İlgili Kararlar
♦ (Şenol Arslan, B. No: 2017/40261, 15/9/2020)
♦ (Bayram Ali Devecioğlu, B. No: 2017/39387, 15/9/2020)
♦ (Kürşat Oğuz Yaykaşlı, B. No: 2017/34297, 4/11/2020)
♦ (Osman Yüztaş, B. No: 2018/32649, 10/3/2021)
♦ (Turgay Demir, B. No: 2019/16060, 3/5/2023)
Uyuşmazlığın Esasına Yönelik Talebin Mahkeme Tarafından Karşılanmaması
Adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkeme hakkı; mahkemeye erişim hakkı, karar hakkı ve kararın icrası haklarını içerir. Karar hakkı genel itibarıyla mahkeme önüne getirilen uyuşmazlığın karara bağlanmasını isteme hakkını ifade eder. Bununla birlikte karar hakkı bireylerin sadece yargılama sonucunda şeklî anlamda bir karar elde etmelerini güvence altına almaz. Bu hak aynı zamanda, dava konusu edilen uyuşmazlığa ilişkin esaslı taleplerin yargı merciince bir sonuca bağlanmasını da gerektirir. Dolayısıyla ilgili yargı makamlarınca uyuşmazlık konusu edilen bir durum hakkında, başvuruculara atfedilebilecek herhangi bir kusur bulunmaksızın, olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemesi adil yargılama hakkı kapsamında karar hakkının ihlaline sebebiyet verebilir.
Mahkemelerden beklenen, uyuşmazlığın esasına yönelik bir talep hakkında değerlendirme yapılmak suretiyle olumlu ya da olumsuz bir karar verilerek bu talebin bir sonuca bağlanmasıdır.
İlgili Kararlar
♦ (Filiz Fırat, B. No: 2014/10305, 5/12/2017)
♦ (Ercan Soyalp, B. No: 2016/651, 24/6/2020)
♦ (Burhanettin Yıldız, B. No: 2018/30046, 15/6/2021)
Kanunla Yürümekte Olan Davaya Müdahale Edilmesi
Görülmekte olan bir dava, yargılama usulü kuralları gereğince uyuşmazlığın esasının incelenemediği birtakım kararlarla da neticelenmiş olabilir (düşme/açılmamış sayılma/karar verilmesine yer olmadığı/süre aşımı vb.). Bu durum kural olarak karar hakkı yönünden bir sorun teşkil etmez. Zira söz konusu hakkın sağladığı güvence bakımından önemli olan husus; açıldığı sırada davanın -usule ilişkin sorunlar hariç- uyuşmazlığın esasını çözüme kavuşturma potansiyeline sahip, bir başka ifadeyle dava açılmasındaki asıl amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasıdır. Ancak bu nitelikleri taşıyan bir davada yargılamanın henüz devam ettiği bir süreçte, taraflardan birinin aleyhine olacak ve yargı merciinin uyuşmazlık konusu talep hakkında karar vermesini engelleyecek şekilde davayı ortadan kaldıran ya da davanın incelenmesini durdurarak karara bağlanmasına mâni olan yasalar çıkarılması karar hakkının ihlaline yol açabilir.
Kuşkusuz Devletin, uyuşmazlıkların bir an önce sonlandırılması ve yeni uyuşmazlıkların ortaya çıkmasının önüne geçilerek dava sayısının azaltılması suretiyle iyi adalet yönetimini sağlamak, böylece toplumsal barışın tesis edilmesine de katkıda bulunarak nihai olarak kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla belirli konulardaki uyuşmazlıklara ilişkin davaların ortadan kaldırılmasına yönelik düzenlemeler yapma konusunda bir takdir hakkı bulunmaktadır. Yargı merciince uyuşmazlığın esasının incelenmesini engelleyen ve dolayısıyla bireyin bu hususta bir karar elde etme imkânını ortadan kaldıran bu tip düzenlemelerin karar hakkına bir müdahale teşkil ettiği açıktır. Bununla birlikte, ölçülülüğün alt ilkelerinden olan orantılılık ilkesi, kamu yararının korunması ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengenin sağlanmasını gerekli kılmaktadır. Öngörülen tedbirin bireyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla uygulanan tedbirle bireye aşırı ve orantısız bir yük yüklenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda bireyin, ortadan kaldırılan davayı açmakla elde etmek istediği, maddi uyuşmazlığa ilişkin menfaatlerini kısmen de olsa korumaya, telafi etmeye yönelik birtakım imkânlardan faydalandırıldığı durumlarda davanın ortadan kaldırılmasının bireye aşırı ve katlanılamaz bir külfet yüklediği, dolayısıyla müdahalenin ölçüsüz olduğu söylenemez.
İlgili Kararlar
♦ (İbrahim Demiroğlu [GK], B. No: 2017/15698, 26/7/2019)
♦ (Hatice Gür ve diğerleri, B. No: 2016/77884, 23/6/2020)
♦ (Hüseyin Durmuş, B. No: 2020/30606, 4/7/2022)
Temyiz İsteminin Değerlendirilmemesi
Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin ikinci fıkrasında “hiçbir mahkemenin görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamayacağı” belirtilmiştir. Bu bağlamda Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı, kişilere davanın görüldüğü mahkemeden uyuşmazlığa ilişkin bir karar verilmesini isteme güvencesini de sağlar. Örnek olarak davası kabul edilen başvurucunun aynı mahkeme tarafından lehe vekâlet ücreti hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemesi ve bu istemin temyiz mercii tarafından da değerlendirilmemesi durumunda başvurucunun karar hakkında yoksun bırakılması söz konusu olabilir.
İlgili Kararlar
Tarafların Yargısal Sürece Katılımlarının Sağlanmaması
Mahkeme hakkı, kişilerin haklarında açılan davadan haberdar edilmelerini, yargısal sürece katılımlarının sağlanmasını yani hukuken davanın süjesi olma özelliğinin pratiğe yansıtılmasını gerekli kılar. Dolayısıyla hakkında dava açılan bir kişinin dava ile ilgili beyan ve delillerini sunma hakkının fiilen ortadan kaldırılması mahkemeye erişim sorununu ortaya çıkarır. Özellikle davanın kesinleşmesinden sonra yargısal süreçten haberdar olan bir kişi için gerçek anlamda bir yargılamanın yapıldığından bahsetmek mümkün değildir. Başka bir ifadeyle yargısal süreçten usulüne uygun bir şekilde haberdar edilerek iddialara ilişkin beyan ve delillerini sunma imkanı tanınmayan bir kişi için gerçek anlamda uyuşmazlığın mahkeme önüne getirildiğinden bahsedilemez.
Mahkemenin uyuşmazlığı karara bağlarken davalı tarafın yargılamaya katılımını ihmal ederek iddia-savunma kurgusunu oluşturmadan davayı sonuçlandırması hâlinde -şeklî anlamda uyuşmazlık mahkeme önüne getirilmiş olsa bile- ortada gerçek anlamda bir yargılama yapıldığından bahsedilemeyecektir. Çünkü ana süjeden yoksun yürütülen bir yargılamanın sonucunun da hukuken bir anlam ifade etmeyeceği açıktır. Bu durumda uyuşmazlığa ilişkin yargılama süreci bir yanılsamadan ibaret kalacaktır.
Yargısal fonksiyonun gerçek anlamda yerine getirilmesi için zorunlu olan iddiaya karşı savunma hakkının tanındığı taraflarca sunulan deliller çerçevesinde uyuşmazlığın karara bağlandığı bir yargısal sürecin yaşanmasıdır.
İlgili Kararlar
♦ (Umde İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No: 2017/35282, 10/2/2022)
Mahkeme Hakkı/Kararın İcrası Hakkı
Yargı Kararının İcra Edilmemesi
Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasına göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu hükümde mahkeme kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare lehine herhangi bir istisnaya yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu makamlarınca zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoriteleri ile hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple Anayasa'nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak bireylerin kamu otoritesi ile hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez.
Mahkeme kararlarının uygulanması yargılamanın dışında olmakla birlikte onu tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır. Bu nedenle yargı kararlarının uygulanması mahkeme hakkı kapsamında değerlendirilmektedir. Buna göre yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir, ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hâllerinde mahkeme hakkı da anlamını yitirecektir.
İlgili Kararlar
♦ (A.A.A., B. No: 2018/17071, 19/11/2020)
♦ (Songül Uçkan ve diğerleri, B. No: 2015/2070, 19/11/2020)
♦ (Melik Yayan, B. No: 2015/14743, 3/12/2020)
♦ (Remzi Saldıray, B. No: 2016/2377, 24/2/2021)
♦ (Esat Akkoyun, B. No: 2018/26625, 13/4/2021)
♦ (Alaeddin Bayram, B. No: 2019/25857, 31/3/2022)
♦ (Kaçmaz Danışmanlık Reklam Organizasyon Tekstil Otomotiv ve Turizm Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2019/39236, 11/1/2023)
Gerekçeli Karar Hakkı
Karar Sonucunu Etkileyebilecek Nitelikteki İddiaların Karşılanmaması
Derece mahkemesi kararında esaslı iddiaların karşılanmaması veya bu iddialara makul bir gerekçe ile cevap verilmemesi hâlinde ise kanun yolu incelemesi yapan mercinin -aynı iddiaların kendisi önünde de ileri sürülmesi hâlinde- ilgili iddialara yönelik atıf yapacağı bir ilk derece mahkemesi değerlendirmesi söz konusu olmayacaktır. Bu durumda kanun yolu incelemesi yapan mercinin davayla doğrudan ilgili olan bu hususları ayrıca değerlendirerek makul bir gerekçe ile cevap vermesi anayasal yükümlülük gereğidir.
Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Bu hak, tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir.
Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Bununla birlikte muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması halinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir.
İlgili Kararlar
♦ (Aziz Turhan, B.S No: 2012/1269, 8/5/2014)
♦ (Mustafa Kahraman, B. No: 2014/2388, 4/11/2014)
♦ (Sentez Reklam ve Tanıtım Hizm. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/337, 10/1/2019)
♦ (Hakan Salas, B. No: 2015/14216, 7/3/2019)
♦ (Sarıdağlar İnşaat ve Tic. A.Ş., B. No: 2017/24735, 9/9/2020)
♦ (Aras Kargo Yurtiçi Yurtdışı Taşımacılık A.Ş. (3), B. No: 2017/6246, 15/12/2020)
♦ (Kemal Turan, B. No: 2018/18194, 25/2/2021)
♦ (Ümmügülsüm Salgar [GK], B. No: 2016/12847, 21/10/2021)
♦ (Ömer Demir, B. No: 2019/37, 16/3/2022)
♦ (Kemal Yavuz, B. No: 2019/793, 21/12/2022) (Şüphe feshi)
♦ (Mustafa Akyıl, B. No: 2019/14001, 21/12/2022)
♦ (Meral Kaya, B. No: 2018/11836, 11/1/2023) (Şüphe feshi)
♦ (Kerem Yalçın, B. No: 2019/26463, 12/1/2023) (Güvenlik soruşturması)
♦ (Delil Metin, B. No: 2019/1419, 18/1/2023)
♦ (Derya Ulutaş, B. No: 2019/41608, 19/1/2023)
♦ (Hasan Ali Teke, B. No: 2017/26835, 1/3/2023)
♦ (Tayfun Yılmaz, B. No: 2019/1819, 29/3/2023)
♦ (Kiska-Kom İnşaat ve Ticaret A.Ş. ve S.t.y. İnşaat Turizm Ticaret ve Sanayi A.Ş., B. No: 2020/20054, 13/4/2023)
♦ (Şeyhmus Çakar, B. No: 2020/5094, 13/4/2023)
♦ (Yücel Aydın, B. No: 2020/31007, 24/5/2023)
♦ (Aziz Bankur ve diğerleri [GK], B. No: 2018/25145, 14/6/2023)
♦ (Müflis Estaş Kum Mad. Nak. Tic. ve San A.Ş. [GK], B. No: 2019/17103, 12/10/2023)
♦ (Ali Rıza Biber [GK], B. No: 2019/38643, 25/10/2023)
♦ (Taner Talaş, B. No: 2018/35512, 2/11/2023)
♦ (Ferman Solmaz, B. No: 2019/42794, 10/1/2024) (Güvenlik soruşturması)
♦ (Hüseyin Balcılar [GK], B. No: 2019/36647, 11/1/2024)
♦ (Cantek Teknik Hizmetler Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2019/20709, 8/2/2024)
♦ (Bayram Altın [GK], B. No: 2021/32528, 29/5/2024)
♦ (Mehmet Çetin, B. No: 2020/23944, 3/10/2024)
Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanmasında Manevi Tazminat
17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun maddi zararların özel bir giderim usulü olmakla birlikte manevi zararların karşılanmasına engel olmayan bir yasadır. Bu yol, 5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazminine imkân sağlamaktadır. Danıştay içtihatlarında da belirtildiği üzere, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu kapsamında usul kurallarına ve esasa yönelik değerlendirilmesi yapılarak, başvurucunun manevi tazminatı hak edip etmediğinin tartışılması gerekirken 5233 sayılı Kanun’da manevi zararların karşılanmasına ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edilmesine yol açmıştır.
İlgili Kararlar
♦ (Abbas Emre, B. No: 2014/5005, 6/1/2016)
♦ (Ramazan Ayder, B. No: 2013/5690, 23/3/2016)
♦ (Mehmet Letif Karatay ve diğerleri, B. No: 2014/2870, 28/9/2016)
♦ (Recep Aydın ve diğerleri, B. No: 2014/7260, 12/1/2017)
♦ (Celal Pörklü, B. No: 2014/16542, 8/3/2017)
♦ (Firuze Batır ve diğerleri, B. No: 2014/6420, 8/3/2017)
♦ (Ali Dikbaş, B. No: 2014/17737, 22/3/2017)
♦ (Celal Asan, B. No: 2014/15507, 27/12/2017)
Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Yönelik Koruma Tedbiri Kararlarına Yapılan İtirazlarda İddia ve Delillerin Tartışılmaması
8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un 5. maddesinde örnek olarak bir kısım önleyici koruma tedbirleri belirlenmiş, 8. maddenin (3) numaralı fıkrasında Kanun’un 4. maddesinde belirtilen ve hâkim tarafından verilebilen koruyucu tedbir kararları için şiddetin varlığı hususunda delil veya belge aranmayacağı ifade edilmiştir. Bunun yanında ağırlıklı olarak aleyhine tedbir kararı verilen kişinin temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayıcı niteliği olan ve Kanun’un 5. maddesinde düzenlenen önleyici tedbir kararları için böyle bir ayrıksı durum öngörülmemiştir.
6284 sayılı Kanun’da düzenlenen tedbir kararlarının verildiği anda infaz kabiliyetini haiz olması nedeniyle Kanun’da amaçlanan “acil müdahale” olgusunun bu aşamada sağlanmış olacağı, bu amacın gerçekleşmesi adına tedbir kararında, şiddetin var olduğuna yönelik kanaate nasıl ulaşıldığının açıklanması yani gerekçe açısından daha esnek bir yaklaşım usulünün benimsenebileceği, ancak bu yaklaşıma ait sınırın olayların özelliğine göre gerekçeli karar hakkının temel esaslarına zarar vermeyecek düzeyde belirlenmesinin de gerekli olduğu açıktır. Bu kapsamda söz konusu kararlarda yer verilen gerekçelerde, ileri sürülen zarar riski ve olgulara göre talebin ilgili mevzuat çerçevesinde kabul görmesi için temel unsurları taşıyıp taşımadığının ortaya konulması yeterli olacaktır.
Ancak aciliyet unsurunun ortadan kalktığı ve başvurucunun itirazlarını sözlü olarak sunamadığı itiraz aşamasında mahkemenin; tek taraflı iddiaya dayanılarak verilen tedbirlerin yerindeliğini, itiraz edenin ileri sürdüğü beyan ve deliller çerçevesinde, her iki taraf için öngörülen hak ve menfaat dengesini de gözeterek değerlendirmesi gerekmektedir.
İlgili Kararlar
♦ (Salih Söylemezoğlu, B. No: 2013/3758, 6/1/2016)
♦ (Erdal Türkmen, B. No: 2016/2100, 4/4/2019)
♦ (T.K., B. No: 2017/27041, 11/12/2019)
♦ (A.B., B. No: 2018/2626, 14/10/2020)
♦ (Mustafa Atak, B. No: 2018/27304, 24/2/2021)
♦ (M.Ş.N., B. No: 2018/3789, 7/4/2021)
♦ (Ahmet Ertan Çınar, B. No: 2018/32978, 7/9/2021)
♦ (Emre Kaya, B. No: 2018/743, 10/2/2021)
♦ (Gülbahar Yeni, B. No: 2019/17533, 19/1/2022)
♦ (Ercan Şahin ve diğerleri, B. No: 2018/8030, 2/2/2022)
İlgisiz/Yetersiz Gerekçe
Gerekçelendirme, davanın sonucuna etkili olay, olgu ve argümanları açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte, bu şekildeki gerekçelendirmenin mutlaka detaylı olması şart değildir.
Bir davada tarafların, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması “gerekçeli karar hakkı” yönünden zorunludur. Aksi bir tutumla, mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olabilecektir.
Bir mahkeme kararının gerekçesi, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar; maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların, hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk denetimini yapabilmeleri için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta gösteren bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur.
İlgili Kararlar
♦ (Nilgün Gökay ve diğerleri, B. No: 2014/3303, 12/1/2017)
♦ (İnan Gök, B. No: 2018/1936, 28/1/2021)
♦ (M.Ö. ve diğerleri, B. No: 2018/33221, 14/4/2022)
♦ (Ahmet Yeşil, B. No: 2019/16661, 11/1/2023)
♦ (Baysal Demirhan, B. No: 2020/1616, 18/1/2023)
♦ (Adem Bozkurt ve diğerleri, B. No: 2019/16600, 19/1/2023)
♦ (Emrah Timur, B. No: 2019/17813, 31/1/2023)
♦ (Mehmet Sait Yıldırım, B. No: 2021/23089, 12/4/2023)
♦ (Aziz Bankur ve diğerleri [GK], B. No: 2018/25145, 14/6/2023)
♦ (Erol Canbaz, B. No: 2021/18914, 14/12/2023)
♦ (Hanım Özpınar ve Mehmet Özpınar, B. No: 2020/23585, 18/4/2024)
♦ (P.Ç., B. No: 2020/36152, 5/6/2024)
♦ (Hakan Yapalıal, B. No: 2020/36445, 12/6/2024)
♦ (A.B., B. No: 2019/2230, 12/6/2024)
Silahların Eşitliği İlkesi / Çelişmeli Yargılama İlkesi
İdare Tarafından Sunulup Hükme Esas Alınan Belgelere Karşı Savunma İmkânının Verilmemesi
Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmektedir.
Yargılama makamları, yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Anayasa Mahkemesinin görevi başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını değerlendirmektir.
Kamu güvenliği veya başkalarının haklarının korunması gibi haklı nedenlerin bulunması hâlinde hükme esas alınan (kamu görevine giriş sırasında yapılan güvenlik ve arşiv araştırması sırasında elde edilen bilgiler gibi) kanıt ve belgelerin başvurucuya verilmemesi veya gösterilmemesi makul görülebilir. Ancak bu hâlde dahi hükme esas alınan belge kendisine verilmeyen başvurucunun savunma hakkında meydana gelen bu kısıtlamayı telafi edecek karşıt-dengeleyici imkânların başvurucuya sağlanması gerekir. Bu bağlamda ilgili tarafların belge içeriğinden haberdar edilmesinin, buna karşı savunma ve itirazlarını mahkemeye sunabilme fırsatına sahip olmasının dengeleyici bir imkân olduğu söylenebilir. Yine söz konusu belgenin taraflarca bilinmesinin sakıncalı olduğu düşünülen kısımları karartılarak başvurucuya verilmesi ya da başvurucunun söz konusu belgeyi mahkeme kaleminde inceleme fırsatı bulması da dengeleyici birer imkân olarak görülebilir.
İlgili Kararlar
♦ (Bülent Karataş, B. No: 2013/6428, 26/6/2014)
♦ (M.Ş.B., B. No: 2013/2202, 20/11/2014)
♦ (Taylan Özgür Tor, B. No: 2013/2454, 12/3/2015)
♦ (Ahmet Erbek, B. No: 2013/3197, 17/2/2016)
♦ (Bekir Cem Cerrahoğlu, B. No: 2014/12380, 8/11/2017)
♦ (Nihat Evren Toprak, B. No: 2016/9326, 24/10/2019)
♦ (Bünyamin Uçar, B. No: 2017/32004, 3/6/2020)
♦ (Rıdvan Batur, B. No: 2018/17680, 3/12/2020)
♦ (İdris Ertaş [GK], B. No: 2018/21949, 20/5/2021)
♦ (Hazal Kar, B. No: 2018/33616, 15/6/2021)
♦ (Gökhan Büyükkahraman, B. No: 2019/17415, 2/2/2022)
♦ (Adnan Bakrıyanık, B. No: 2021/3389, 23/10/2024)
Davada Kusuru Bulunduğu İleri Sürülen İdari Kuruma Bilirkişi İncelemesi Yaptırılması
Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ilkesi ışığında taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma, inceletme noktasında uygun imkânların tanınması ve yargılamaya etkin katılımlarının sağlanması gerekir.
AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasının bağımsız ve tarafsız bir “mahkeme” önünde hakkaniyete uygun yargılanma hakkını güvence altına aldığını ve mahkeme tarafından dinlenen bir bilirkişinin ise aynı gereksinimleri karşılamasının zorunlu olmadığını kaydetmektedir. Bununla birlikte dava ile gündeme getirilen soruları ele almak için yetkili mahkeme tarafından görevlendirilen bir bilirkişi görüşünün söz konusu mahkemenin davayı değerlendirme biçiminde belirgin bir rol oynayabileceği, bazı koşullarda bir mahkeme tarafından görevlendirilen bilirkişinin tarafsız olmamasının adil yargılanma kavramının içindeki silahların eşitliği ilkesini ihlal edebileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
Örnek olarak bir başvurucunun durumuyla ilgili daha önce tedavide bulunmuş ve buna ilişkin raporlar hazırlamış olan hastaneden daha sonra idarenin kusuruna dayanılarak açılmış bir davada ayrıca bilirkişi raporu temin edilip dava hakkında karar verilmesi; başvurucuyu davalı idareye göre daha zayıf bir duruma düşürebilir ve bu durum silahların eşitliği ilkesine yönelik orantısız bir müdahale teşkil edebilir.
İlgili Kararlar
♦ (Mustafa Kupal, B. No: 2013/7727, 4/2/2016)
♦ (Ahmet Korkmaz, B. No: 2014/16232, 25/1/2018)
♦ (Selim Türk, B. No: 2014/9017, 5/4/2018)
♦ (Batuhan Yılmaz, B. No: 2015/6071, 28/6/2018)
♦ (Oğuzhan Mert Kaya, B. No: 2014/6431, 14/11/2018)
Kanun Çıkarılarak Yürümekte Olan Davaya Müdahale Edilmesi
Devletin, kendisi taraf olsun ya da olmasın, davanın taraflarından birini diğerine nazaran önemli ölçüde avantajlı hale getiren kanuni düzenlemeler yapması, silahların eşitliği ilkesi ve dolayısıyla yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmesi kuralına aykırılık oluşturur. Bir başka ifadeyle yasama organının, yargılamadaki taraflardan birinin lehine sonuç doğuracak şekilde kanun çıkarttığı durumlarda, davanın taraflarının eşit konumda olduğu söylenemez. Bunun için, yargısal süreci etkilediği iddia edilen düzenlemenin taraflardan birinin davadaki başarı şansını önemli ölçüde azaltması, ortaya çıkan bu sonuç ile kanuni düzenleme arasında bir illiyet bağı bulunması ve bu illiyet bağını kesen veya zayıflatan başka etken ortaya çıkmamış olması gerekir.
Bu doğrultuda Anayasa Mahkemesi yasama müdahalesi ile ilgili olarak silahların eşitliği güvencesini değerlendirirken, yapılan müdahalenin yargılamanın taraflarından birinin konumunda, diğer tarafa nazaran orantısız ve açık bir dengesizlik veya dezavantaj oluşturup oluşturulmadığını tespit etmektedir.
İlgili Kararlar
♦ (Yasemin Mutlu, B. No: 2013/1426, 25/3/2014)
♦ (Zekiye Şanlı, B. No: 2012/931, 26/6/2014)
♦ (Hülya Karacaoğlan ve diğerleri, B. No: 2015/3068, 21/3/2018)
♦ (Cihan Tandoğan, B. No: 2015/8604, 12/6/2019)
Karar Sonucunu Etkileyecek Nitelikteki İddiaların Araştırılmaması/İdarenin Anlatımına Üstünlük Tanınması
Kural olarak Anayasa Mahkemesinin görevi herhangi bir davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin tarafların öne sürdüğü ve esasa etkili olan iddiaların işin mahiyetinin gerektirdiği ölçüde incelenip incelenmediğini ve özellikle ispat külfeti konusunda taraflardan birinin diğerine nazaran dezavantajlı bir konuma düşürülüp düşürülmediğini denetleme görevi bulunmaktadır.
Buna göre ilgili mahkemelerce başvurucular tarafından ileri sürülen iddia ve belgelerin karar sonucunu etkileyebilecek nitelikte olmasına karşın bu hususlara yönelik hiçbir değerlendirmede bulunulmaması ve idarenin görüşüne üstünlük tanınarak hüküm kurulması durumunda silahların eşitliği ilkesi ihlal edilebilir.
İlgili Kararlar
♦ (Çetin Emre Haytoğlu ve Okan Özcan, B. No: 2016/11861, 13/6/2019)
♦ (Perihan Yılmaz, B. No: 2018/13753, 2/12/2020)
♦ (Ataseven Enerji Üretim A.Ş., B. No: 2018/27502, 10/3/2021)
Bilirkişi Raporunun Taraflara Bildirilmemesi
Silahların eşitliği ilkesinin tamamlayıcısı olan çelişmeli yargılama ilkesi, kural olarak bir hukuk ya da ceza davasında tüm taraflara, gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşler hakkında bilgi sahibi olma ve bunlarla ilgili görüş bildirebilme imkânı vermektedir. Bu çerçevede başvuranların bilirkişi raporunun sonucuna itiraz edememesi ya da delillerle ilgili görüş bildirmelerine fırsat verilmemesi çelişmeli yargılama ilkesinin ihlali olarak değerlendirilebilmektedir.
Dolayısıyla başvuruculara hükme esas alınan bilirkişi raporuna yönelik yorumda/itirazda bulunma konusunda etkin ve pratik imkânların sağlanmaması silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleriyle bağdaşmaz.
İlgili Kararlar
♦ (Murat Yasan, B. No: 2015/6802, 8/1/2020)
♦ (İdris Tan Kamer ve Mustafa Aycan, B. No: 2018/20175, 19/11/2020)
Hukuki Dinlenilme Hakkının Usulüne Uygun Olarak Kullandırılmaması
Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında taraflara tanık delili dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletmek için uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddiaları yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmelidir.
6100 sayılı Kanun’un 27. maddesinde düzenlenen hukuki dinlenilme hakkı; davalının davadan haberdar edilme, davaya ilişkin açıklama yapma ve delil bildirme hakkını güvence altına alır. Bu hak bir anlamda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama hakkı ile de ilgilidir. Buna göre, mahkeme davalıya savunma hakkını kullanma imkânı vermeden davanın esasıyla ilgili değerlendirme yapamayacaktır. Bu hakkın kullanılabilmesinin usul hukuku açısından en önemli sonucu dava dilekçesinin, içeriğindeki iddialarla muhatap olan süjeye yani davalıya tebliğinin zorunlu olduğu olgusudur.
İlgili Kararlar
♦ (Elife Berktaş, B. No: 2013/4684, 19/11/2015)
♦ (Medeni Alpkaya, B. No: 2013/3078, 21/1/2016)
♦ (Mehmet Ali Bedir ve Tevfik Günay, B. No: 2013/4073, 21/1/2016)
♦ (İbrahim Demirayak, B. No: 2013/4075, 10/3/2016)
♦ (Mehmet Derviş, B. No: 2014/14955, 17/5/2016)
♦ (Fahri Aşkın, B. No: 2014/19289, 27/10/2016)
Delillerin Sunulmasında Eşit İmkânların Sağlanması
Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir.
Yargılama makamları, yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi, başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını değerlendirmektir.
İlgili Kararlar
♦ (Emine Yıldız, B. No: 2014/12324, 1/2/2017) (Yemin)
♦ (Atif Öktem, B. No: 2018/22015, 13/4/2021) (Keşif)
♦ (Yusuf Sulusaray, B. No: 2020/2316, 12/1/2023) (Tanık)
Delillerin Açıkça Keyfi veya Hakkaniyetsiz Biçimde İncelenmesi ve Değerlendirilmesi
Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi ile delillere ilişkin temel usuli güvencelere riayet edilmesi, adil yargılanma hakkının somut görünümleri arasında yer almaktadır. Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerini denetlemek Anayasa Mahkemesi’nin görevi kapsamında olmayıp, Mahkemenin görevi delillere ilişkin bazı temel kuralların gözetilmesi suretiyle başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir.
Yargılamalarda izlenilen delil kuralları ve bunların yorumlanması kural olarak belirtilen hususların değerlendirilmesi açısından daha elverişli konumda olan mahkemelere aittir. Bununla birlikte, delillerin incelenme ve değerlendirilme yönteminin açık bir hakkaniyetsizlik veya keyfilik ihtiva etmesi veya bu değerlendirmelerin “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri gözetilerek yapılmaması durumunda, adil yargılanma hakkının gereklerine uygun bir delil değerlendirilmesinden söz edilemez.
İlgili Kararlar
İdari İşlemdekinden Farklı Gerekçe (Sebep İkamesi) ile Reddedilen Davada Görüş ve İtirazları Sunamama
Açılan bir davada idarece ileri sürülmemiş ancak idari yargı yerince dosyanın incelenmesi sonucu başka bir neden saptanmış ve idarece ileri sürülen nedenin hukuken geçerli olmadığı belirlenmiş ise idarenin ileri sürdüğü nedenin bir yana bırakılarak dosyadan saptanan nedene göre uyuşmazlığın çözümlenebilmesine idare hukukunda "sebep ikamesi" adı verilmektedir. Dosyadan saptanan bu nedenin dava konusu işlemin tesisini haklı kılacak nitelikte olması durumunda davanın reddine karar verilebilmektedir.
İdari yargı yerlerince sebep ikamesi yapılması durumunda çelişmeli yargılama ilkesi çerçevesinde yeni durumun taraflara bildirmek suretiyle görüş ve itirazların alınarak yeterli tartışma olanağının tanınması yahut ilk derece mahkemesince karar aşamasında sebep ikamesi yapılmış ise karara karşı taraflara etkili ve sonuç alabilecek kanun yollarına başvuru yapma imkânı verilerek yeni sebebe ilişkin yeterli itirazların sunulmasının sağlanması ve bu yeni sebebe karşı tarafların ileri sürdüğü uyuşmazlığın sonucuna etkili iddiaların temyiz merciince değerlendirilmesi durumunda çelişmeli yargılama ilkesinin gerekleri yerine getirilebilecektir. Aksi takdirde adil yargılanma hakkının ihlali söz konusu olabilmektedir.
İlgili Kararlar
Duruşma Gün ve Saatinin Hatalı Bildirilmesi
Silahların eşitliği ilkesinin tamamlayıcısı olan çelişmeli yargılanma hakkı, kural olarak bir hukuk ya da ceza davasında tüm taraflara, gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşler hakkında bilgi sahibi olma ve bunlarla ilgili görüş bildirebilme imkânı vermektedir. Bu çerçevede bilirkişi raporunun hazırlanma sürecine başvuranların katılamaması ve başvuranlara delillerle ilgili görüş bildirmelerine fırsat verilmemesi çelişmeli yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilebilir.
Bu çerçevede duruşma gün ve saatinin kendisine hatalı olarak bildirilmesi nedeniyle başvurucuların hazır bulunamadığı duruşmada karara etkili işlemlerin yapılması ve bu suretle davanın karşı tarafına nazaran dezavantajlı duruma düşürülmesi silahların eşitliği ilkesini ihlal edebilir.
İlgili Kararlar
Hüküm Açısından Belirleyici Delillerin Değerlendirilmemesi
Ceza davaları ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davaların usul kuralları da dâhil olmak üzere yargılamanın tüm aşamalarında silahların eşitliği ilkesi ve çelişmeli yargılama hakkının güvence altına alınarak adil yargılanma hakkının korunması hukuk devleti olmanın bir gereğidir. Asıl kural tarafların eşit şartlarda yargılamaya katılımının sağlanması, gösterdikleri kanıtlardan ve sundukları görüşlerden bilgi sahibi olması, bunlarla ilgili görüşlerini bildirebilme imkânının kendilerine verilmesidir.
Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi, adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmektedir.
Delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Derece mahkemeleri dava konusuna, elde edilen delillerin ağırlığına ve iddia ile savunmalara göre tanık beyanı, keşif icrası ve bilirkişi incelemesi gibi delilleri toplamama veya incelememe konusunda takdir yetkisine sahiptir.
Yargılama makamları yargılamanın taraflarının ileri sürdüğü iddiaları ve gösterdiği delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Anayasa Mahkemesinin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığını değerlendirmektir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının yargılamanın bütünü gözönünde bulundurularak değerlendirilmesi gerekir.
İlgili Kararlar
♦ (Sözdar Oral, B. No: 2018/21028, 13/9/2022)
♦ (Tayfun Cengiz (2) [GK], B. No: 2018/466, 27/10/2022)
Kanun Yollarına Başvuru Yapıldığının Bildirilmesi/İlgili Dilekçelerin Tebliği
Ceza davaları ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davaların usul kuralları da dâhil olmak üzere yargılamanın tüm aşamalarında silahların eşitliği ilkesi ve çelişmeli yargılama hakkının güvence altına alınarak adil yargılanma hakkının korunması hukuk devleti olmanın bir gereğidir. Asıl kural; tarafların eşit şartlarda yargılamaya katılımının sağlanması, gösterdikleri kanıtlardan ve sundukları görüşlerden bilgi sahibi olabilmeleri ve bunlarla ilgili görüşlerini bildirebilme imkânının kendilerine verilmesidir. Bireylerin aleyhlerine başlatılan dava ve diğer yargısal süreçlerden haberdar edilmeleri, bunlara ilişkin dilekçe ve talep yazılarının kendilerine tebliğ edilmesi; savunma yapabilme, iddia ve görüşlerini dile getirebilme imkânının korunması bakımından büyük önem taşımaktadır.
Öte yandan adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkeleri mutlak değildir. Bazı durumlarda birtakım zorunluluklar veya daha üstün değerdeki bir kamusal yarar gözetilerek bu ilkelerin gereklerinin belli ölçüde yumuşatılması ve bunlara aykırı tedbirler alınması mümkündür. Dolayısıyla çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine aykırı işlemlerin yapılması tek başına adil yargılanma hakkının ihlal edilmesi sonucunu doğurmaz. Sözü edilen ilkelere aykırı işlemlerin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğinden söz edilebilmesi için bu aykırılığın -bir bütün olarak bakıldığında- yargılamanın hakkaniyetini zedelemiş olması gerekir.
Anayasa Mahkemesince, bu doğrultuda ceza infaz kurumu disiplin kurulu kararına karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliği tarafından kabul edilmesi üzerine ilgili Cumhuriyet başsavcılığınca yapılan itirazın başvurucuya bildirilmemesi ve yeterli bir gerekçe gösterilmeden itirazın kabul edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmaktadır.
4675 sayılı Kanun hükümlerine göre şikâyet başvurularında tüketilmesi gereken son başvuru yolu itiraz aşaması olup itiraz incelemesinden geçen kararlara karşı olağan bir kanun yolu bulunmamaktadır. İtiraz dilekçesi, hâkimliğin kararının yeniden gözden geçirilmesi sürecini başlatan ve sonuçları itibarıyla esaslı nitelikte bir usul işlemidir. Bu işlem üzerine hâkimliğin itiraz dilekçesine konu talep yönünde kararını değiştirme veya istemi yerinde görmediği takdirde dosyayı ağır ceza mahkemesine gönderme mecburiyeti ve sonuçta başvurucu aleyhine bir karar verilmesi ihtimali doğmaktadır. Dolayısıyla başvurucuların Cumhuriyet başsavcılığının itirazından haberdar edilmesi, itiraz dilekçesi içeriğindeki iddialara karşı savunmalarda bulunabilmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Aksi takdirde başvurucuların Cumhuriyet başsavcılığının iddialarına karşı görüş bildirme imkânı elinden alınarak anılan merci karşısında zayıf ve dezavantajlı bir konuma düşebileceği açıktır.
Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi tarafından İnfaz Hâkimliği kararlarının davacı mahpuslara tebliğinin yapılmasından sonra itiraz mercii Cumhuriyet savcısının başvurusunun tebliğ edilmemesi ve ardından İnfaz Hâkimliğinin gerekçeli kararında Cumhuriyet savcısı mütalaasının içeriğine yer verilmeyerek makul bir süre beklenmeden davacı aleyhine kesin olarak karar verilmesi adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilmektedir.
İlgili Kararlar
♦ (İnan Gök, B. No: 2018/1936, 28/1/2021)
♦ (M.Ö. ve diğerleri, B. No: 2018/33221, 14/4/2022)
♦ (Özgür Çelik, B. No: 2019/18381, 17/11/2022)
♦ (Arif Sezgin, B. No: 2019/16320, 22/11/2022)
♦ (Arif Sezgin (2), B. No: 2019/17089, 20/12/2022)
♦ (Ferit Akbulut, B. No: 2019/18013, 20/12/2022)
♦ (Özgür Çelik (2), B. No: 2019/18370, 20/12/2022)
♦ (Özgür Çelik (3), B. No: 2019/18348, 20/12/2022)
♦ (Özgür Çelik (4), B. No: 2019/18315, 20/12/2022)
♦ (Ahmet Yeşil, B. No: 2019/16661, 11/1/2023)
♦ (Özgür Bektaşoğlu, B. No: 2019/16972, 11/1/2023)
♦ (Barış İnan (4), B. No: 2019/24782, 11/1/2023)
♦ (Baysal Demirhan, B. No: 2020/1616, 18/1/2023)
♦ (Adem Bozkurt ve diğerleri, B. No: 2019/16600, 19/1/2023)
♦ (Emrah Timur, B. No: 2019/17813, 31/1/2023)
♦ (Mustafa Çaçur, B. No: 2019/12804, 1/2/2023)
♦ (Mehmet Sait Yıldırım, B. No: 2021/23089, 12/4/2023)
Masumiyet Karinesi
Ceza Davasıyla Bağlantılı Davalarda Masumiyet Karinesinin İhlali
Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin bir gereğini oluşturmaktadır.
Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki boyutu bulunmaktadır. Birincisi kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Bu husus, tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar.
Güvencenin ikinci boyutu ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir.
İdari makamlarca veya mahkemelerce salt bir kimsenin suç isnadı altında olduğunun ifade edilmesi masumiyet karinesini zedelemez. Bu bakımdan kişinin suç isnadı altında olduğunun belirtilmesi ile hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı hâlde onun mahkûm olduğunun kesin bir dille ifade edilmesi veya bu yönde kanaat oluşmasına yol açacak nitelikte açıklamalarda bulunulması arasındaki ayrıma özen gösterilmelidir.
İlgili Kararlar
♦ (Ramazan Tosun, B. No: 2012/998, 7/11/2013) (Beraat)
♦ (E.Ş., B. No: 2014/682, 19/11/2014) (Beraat)
♦ (Münür İçer, B. No: 2012/584, 12/3/2015) (Beraat)
♦ (Oğuz Tiftikçier, B. No: 2013/2091, 4/11/2015) (HAGB)
♦ (Ayşedudu Özkan ve diğerleri, B. No: 2013/2008, 5/11/2015) (Düşme)
♦ (Sebğatullah Altın, B. No: 2013/1503, 2/12/2015) (Düşme)
♦ (Ömer Aybar, B. No: 2013/6974, 14/4/2016) (HAGB)
♦ (Tamer Karslıoğlu, B. No: 2014/2452, 20/7/2017) (Düşme)
♦ (Emre Cenik, B. No: 2015/19678, 19/4/2018) (HAGB)
♦ (M.A., B. No: 2015/19048, 24/5/2018) (HAGB)
♦ (Mehmet Akif Korkmaz, B. No: 2015/16027, 13/9/2018) (HAGB)
♦ (Nejat Yurdunkulu, B. No: 2015/1672, 13/9/2018) (HAGB)
♦ (Turgut Duman, B. No: 2014/15365, 29/5/2019) (HAGB)
♦ (Serdar Taşcı, B. No: 2016/517, 23/6/2020) (Düşme)
♦ (Barış Baş [GK], B. No: 2016/14253, 2/7/2020) (Beraat)
♦ (Hüseyin Sezer [GK], B. No: 2016/13566, 2/7/2020) (Beraat)
♦ (Ahmet Erdemir, B. No: 2016/10891, 9/9/2020) (HAGB)
♦ (V.Ö, B. No: 2017/14699, 15/9/2020) (HAGB)
♦ (Ekrem Aysu, B. No: 2018/13227, 15/12/2020) (HAGB)
♦ (Ahmet Teyit Keşli (4), B. No: 2018/4502, 25/2/2021) (Düşme)
♦ (Abdülaziz Gökalp, B. No: 2018/23214, 25/2/2021) (HAGB)
♦ (B.S., B. No: 2020/8344, 26/7/2022) (Mahkumiyet)
♦ (Mazhar Duran, B. No: 2019/3819, 20/9/2023) (HAGB)
♦ (Mehmethan Kamburoğlu [GK], B. No: 2019/27554, 31/1/2024) (HAGB)
Aksi İspat Edilemeyecek Karineye Dayanılarak Başka Bir Eylem ile Başvurucu Arasında Bağ Kurulması
Masumiyet karinesi kapsamında yer alan ve iddia edenin iddiasını ispatla yükümlü olması kuralı, Anayasa’nın 38. maddesinin gerekçesinde de açıkça ifade edilmiştir. Bununla birlikte genel anlamda suçun kanıtlanması yükümlülüğü iddia edende kaldığı sürece, savunmasını oluşturmak için ispat yükünü sanığa devreden kurallar ile hukuki veya fiilî varsayımların olduğu durumlarda ispat yükünün yer değiştirmesi masumiyet karinesine aykırılık taşımaz. Ancak suç isnadını içeren karinenin aksinin başvurucu tarafından yargılama sırasında ispat edilebilmesinin mümkün olması, hâkimin de bu yönde ileri sürülen iddiaları inceleyip kararını buna göre verebilmesi, bir başka ifadeyle karinelerin kişiyi otomatik olarak "suçlu" hâline getirmemesi gerekir. Karineler, masumiyet karinesini ihlal eder boyuta ulaşmamalı ve suç isnadı altındaki kişi savunma imkânlarından yararlandırılmalıdır.
Öte yandan idari yaptırımlarda -adli suç ve cezalara nazaran- sorumluluk karinelerine ilişkin standartların daha esnek yorumlanması mümkündür. Ancak bu durumda dahi ispat bakımından kullanılan karinelerin masumiyet karinesini ihlal eder boyuta ulaşmaması gerekir.
İlgili Kararlar
♦ (Ahmet Altuntaş ve diğerleri [GK], B. No: 2015/19616, 17/5/2018)
♦ (Mehmet Şirin Akın, B. No: 2015/17644, 3/7/2018)
♦ (Hasan Cihan, B. No: 2016/14869, 24/10/2019)
♦ (Enez Ersöz, B. No: 2018/19673, 31/3/2022)
♦ (Şevki Ozan Büyükkaya, B. No: 2018/24012, 31/3/2022)
Mahkeme Kararında Yapılan Değerlendirme ve İfadelerin Masumiyet Karinesini İhlal Edici Mahiyette Olması (Aile Mahkemesi-Şiddet Uygulayan Tabiri)
Masumiyet karinesi değerlendirilirken hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı olmayan kişilerle ilgili olarak yapılan diğer yargılamalar sonucunda verilen mahkeme kararlarında geçen ifadelerin dikkatli ve özenli kullanılması, ifadelerin bağlam ve amacını aşacak şekilde kullanılıp kullanılmadığının somut olay koşullarında değerlendirilmesi gerektiği açıktır.
“Şiddet uygulayan” tabirinin bu nitelikteki tedbir kararlarında şablon olarak kullanılması yerine her somut olay çerçevesinde mahkeme veya diğer adli makamlarca değerlendirilerek titiz bir yaklaşım sergilenmesi gerekmektedir.
6284 sayılı Kanun'da “şiddet uygulayan” kavramı kullanılmış ise de bu tabirin her olayda uygulayıcılar tarafından kullanılmasını zorunlu kılan bir hüküm bulunmamaktadır. Mahkeme ve ilgili makamlar tarafından verilen tedbir kararlarında “şiddet uygulayan” yerine başka uygun tabirlerin kullanıldığı da görülmektedir. Zira uygulama açısından genel anlamda “şiddet uygulayan” ibaresinin kişinin suç konusunu doğurabilecek eylemleri işlediği izlenimini oluşturan, sorunlu bir tabir olduğu anlaşılmaktadır.
İlgili Kararlar
♦ (S.M. [GK], B. No: 2016/6038, 20/6/2019)
♦ (A.B., B. No: 2018/2626, 14/10/2020)
Ceza Davası Devam Ederken Diğer Kamu Makamlarının Masumiyet Karinesini İhlali
Ceza muhakemesiyle eş zamanlı olarak yürütülen, bir başka ifadeyle kişinin henüz suç isnadı altında olduğu, ceza makamları tarafından hakkında herhangi bir hüküm kurulmadığı süreçte devam eden soruşturma ve yargılamalarda masumiyet karinesi bakımından önemli olan husus kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından henüz suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge düşürülmesine sebebiyet vermemeleridir.
Bununla birlikte ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların diğer kamu makamlarınca (idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür. Bu bağlamda hukuk yargılamalarında ceza yargılamasında elde edilen bir delile dayanılması ya da kişi hakkında yapılan ceza yargılamasına bir olgu olarak atıf yapılmış olması tek başına masumiyet karinesinin sağladığı güvencelere aykırılık teşkil etmez. Ancak adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir. Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir.
Masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken özellikle hukuk ve idari yargılama bakımından üzerinde durulması gereken önemli hususlardan biri, yargılamayı yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip etmediği ve ceza yargılaması kararını sorgulayıp sorgulamadığıdır. Kamu otoriteleri veya görevlileri tarafından hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen kişiyle ilgili olarak yargılama süreci bir mahkûmiyet hükmüyle kesinlik kazanmadan suçluluğa dair herhangi bir kanaat ifade edilmiş olması ya da ceza yargılaması mahkûmiyet dışında bir kararla sona ermesine rağmen sona ermeye ilişkin kararda sanığın suçlu olabileceğinin ifade edilmiş olması durumunda masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilecektir.
İlgili Kararlar
Makul Sürede Yargılanma Hakkı
Medeni Hak ve Yükümlülüklere İlişkin Davalarda Makul Sürenin Aşılması
Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır.
Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır
Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
İlgili Kararlar
♦ (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013)
♦ (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013)
♦ (Yağız Teks. ve Gıda Ürünleri Paz. Taah. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2012/650, 5/12/2013)
♦ (Ahmet Uçar ve diğerleri, B. No: 2018/32896, 10/12/2019)
♦ (Arzu Demirel ve diğerleri, B. No: 2020/17518, 31/12/2020)
♦ (Hasan Gülşen, B. No: 2019/21883, 9/6/2021)
♦ (Recep Tok, B. No: 2019/18178, 25/5/2022)
♦ (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013)
♦ (E.t.y.i. A.Ş., B. No: 2013/596, 8/5/2014)
♦ (Nusret Mutluca, B. No: 2014/14436, 5/12/2017)
♦ (Fatma Ülker Akkaya, B. No: 2014/18979, 22/2/2018)
♦ (Ahmet Yüksel ve Mehmet Yüksel, B. No: 2016/4338, 12/11/2019)
♦ (Başkent Doğalgaz Dağıtım Gyo A.Ş., B. No: 2019/28520, 31/12/2020)
♦ (Sema Değirmenci, B. No: 2019/18750, 28/1/2021)
♦ (Meral Korkmaz, B. No: 2018/26949, 15/6/2022)
Makul Sürede Yargılanma Hakkı ile Bağlantılı Olarak Etkili Başvuru Hakkı
Anayasa’nın 40. maddesinde, Anayasa'da güvence altına alınmış hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkesin yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkı (etkili başvuru hakkı) güvence altına alınmıştır. Etkili başvuru hakkı, kamusal görev ve yetkilerin kullanımında temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğinin denetlenmesinin bir yolu olarak düzenlenmiştir.
Etkili başvuru hakkı, bağımsız nitelikte koruma işlevine sahip olmayıp temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını, korunmasını ve başvuru yollarını güvence altına alan tamamlayıcı haklardandır. Somut olayda Anayasa'nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkı ile bağlantılıdır. Dolayısıyla bu hak, Anayasa’da güvence altına alınmış ve Sözleşme kapsamında olan temel hak ve özgürlüklerin koruma alanında yer almaktadır. Bu nedenle etkili başvuru hakkının makul sürede yargılanma hakkı ile bağlantılı olarak incelenmesi mümkündür.
Etkili başvuru hakkı anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da sonuçlarını ortadan kaldırmaya (yeterli giderim sağlama) elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânı sağlanması olarak tanımlanabilir.
Kişilerin etkili başvuru hakkı açısından sahip oldukları güvencenin kapsamı ihlal iddiasına konu edilen hakkın niteliğine göre değişmektedir. Fakat genel olarak ifade edilmelidir ki Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca sağlanması gereken başvuru yolunun hem teoride hem de uygulamada ileri sürülen ihlali önlemesi, ihlal devam etmekte ise sonlandırması, gerçekleşip sona ermiş ihlallere yönelik olarak ise makul bir tazmin imkânı sunması gerekmektedir.
Anayasa'nın 36. maddesinde koruma altına alınan makul sürede yargılanma hakkının korunmasının sağlanabilmesi, kamu makamlarının kişilerin bu haklarını ihlal etmelerinin önüne geçilebilmesi için makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddialarına yönelik başvuruda bulunulabilecek etkili hukuk yollarının bulunması gerektiği açıktır. Bu yolun şikâyet konusu yargılamanın veya davanın uzun sürmesi nedeniyle ortaya çıkacak zararları giderecek çözümler sunabilmesi gerekir. İdari ve yargısal makamlar ile kanun koyucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açılmaması için öngördüğü bazı tedbirler olduğu tespit edilmiştir. Ancak alınan tedbirlere rağmen ihlale yol açıldığı durumlarda ihlalin yol açtığı zararları giderebilmek için bir tazminat yolunun oluşturulması Anayasa'nın 40. maddesi uyarınca zorunlu ve gereklidir. Bu başvuruların ilk elden ve doğrudan Anayasa Mahkemesince incelenmesine devam edilmesi, gelinen noktada Anayasa'nın 148. maddesinin lafzı ve amacı ile de bağdaşmayacaktır. Bu doğrultuda oluşturulacak başvuru yolunun etkili kabul edilebilmesi için ise bazı ilkelere uygun olarak hareket edilmesi de önemlidir.
İlgili Kararlar
Makul Sürede Yargılanma Hakkına İlişkin İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna Yapılan Başvuruların Daha Önce Anayasa Mahkemesine veya AİHM’e Yapılan Başvuruların Süresinde Yapılmadığı Gerekçesiyle Reddi
Anayasa Mahkemesi makul sürede yargılanma hakkına ilişkin şikâyetleri uzun süre başvuru yollarının tüketilmesi şartının sağlanması aranmadan ilk elden incelenmiş, bunun neticesinde bireysel başvuruda iş yükünü önemli bölümünü makul sürede yargılanmaya ilişkin şikâyetler oluşturmuştur. Bu iş yükü ile başa çıkılması adına öncelikle 6384 sayılı Tazminat Komisyonunun Görevleri ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Kanun'un geçici 2. maddesi ile "Anayasa Mahkemesinde bulunan bazı bireysel başvurular hakkında Komisyona müracaat" düzenlenmiştir. Anılan hüküm ile geçici 2. maddenin yürürlüğe girdiği 31/7/2018 tarihi itibarıyla Anayasa Mahkemesinde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Tazminat Komisyonu tarafından incelenebileceği düzenlenmiştir. Bu düzenlemeden sonra Anayasa Mahkemesi, Tazminat Komisyonuna başvurunun ilk bakışta başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğunu kabul ederek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararları vermiştir.
Devam eden süreçte makul sürede yargılanma hakkına ilişkin başvuruların giderek artması ilgili şikâyetlerin bireysel başvurunun ikincilliği ilkesi, bireysel başvuru hakkı ve etkili başvuru hakkı kapsamında yeniden değerlendirilmesi ihtiyacını doğurmuştur. Bunun neticesinde Anayasa Mahkemesi bu yapısal sorunun çözümü için makul sürede yargılanma hakkına ilişkin etkili bir başvuru yolu kurulması gerektiği tespitini yaparak Nevriye Kuruç [GK], B. No: 2021/58970, 5/7/2022 künyeli pilot kararını vermiş ve gerekli yasal düzenlemelerin yapılabilmesi için kararı TBMM’ye bildirmiştir. Daha sonra bu karara ilişkin olarak TBMM tarafından 2/3/2024 tarihli ve 7499 sayılı Kanun ile 6384 sayılı Kanun’un ikinci maddesine ek yapılarak Tazminat Komisyonuna “Ceza hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukuku kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiasıyla manevi tazminat” talebiyle yapılacak başvuruların daimi olarak incelenmesi yetkisi verilmiştir. Yine 7499 sayılı Kanun’la benimsenen geçici madde ile kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Anayasa Mahkemesinde derdest olan başvurular yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilecek kabul edilmezlik kararları ile Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce verilmiş düşme kararlarına karşı (kararların tebliğinden itibaren) 3 ay içinde Komisyona başvuru hakkı tanınmıştır.
Tazminat Komisyonu bu yetkiler çerçevesinde makul sürede yargılanmamaktan kaynaklı manevi tazminat taleplerini incelemektedir. Bunun yanında Anayasa Mahkemesi söz konusu başvuru yolu tüketildikten (Tazminat Komisyonu kararına karşı idari yargıda açılan dava kesinleştikten sonra) sonra yapılan bireysel başvuruları incelemeye devam etmektedir. Nitekim Komisyonun daha önce 2018 yılında geçici olarak AYM önünde derdest olan başvurular ve AİHM kararları bakımından tanınan yetki kapsamında kendisine yapılan başvuruları AYM ve AİHM’e süresinde yapılmadıkları gerekçesiyle reddetmesi bireysel başvurulara konu edilmiştir.
Bu başvurulara ilişkin kararların bir kısmında makul sürede yargılanma hakkına ilişkin ihlalin giderilmesi bakımından teorik düzeyde etkili olduğu saptanan tazminat komisyonunun Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin başvuru süresine ilişkin yerleşmiş içtihat ve ilkeleriyle çelişen; öngörülebilir olmayan ve bariz takdir hatası teşkil eden yorumları nedeniyle başvurucuların makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
♦ (Doğan Özmen, B. No: 2019/16485, 10/5/2023)
♦ (Mehmet Kanıcıoğlu, B. No: 2019/21926, 10/5/2023)
♦ (Davut Kabasakal ve diğerleri, B. No: 2019/27223, 10/5/2023)
♦ (Ayşe Usta ve Hüseyin Bayraktar, B. No: 2019/10349, 23/5/2023) (AİHM)
♦ (Vedat Erat, B. No: 2021/39604, 6/6/2024)
İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Tarafından Hükmedilen Tazminatın Yetersiz Olması
Anayasa Mahkemesinin bir ihlal iddiasının giderilmesi için etkili olarak görüp tüketilmesi gerektiğini belirttiği bir başvuru yoluna başvurulduktan sonra yapılacak bireysel başvurularda ihlal iddialarının yine ilk başvuruda ihlal edildiği ileri sürülen hak yönünden incelenebileceği tabidir.
6384 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesi ile "Anayasa Mahkemesinde bulunan bazı bireysel başvurular hakkında Komisyona müracaat" düzenlenmiştir. Anılan hüküm ile geçici 2. maddenin yürürlüğe girdiği 31/7/2018 tarihi itibarıyla Anayasa Mahkemesinde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Tazminat Komisyonu tarafından incelenebileceği düzenlenmiştir. Bu düzenlemeden sonra Anayasa Mahkemesi, Tazminat Komisyonuna başvurunun ilk bakışta başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğunu kabul ederek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararları vermiştir.
Daha sonra makul sürede yargılanma hakkına ilişkin başvuruların giderek artması ilgili şikâyetlerin bireysel başvurunun ikincilliği ilkesi, bireysel başvuru hakkı ve etkili başvuru hakkı kapsamında yeniden değerlendirilmesi ihtiyacını doğurmuştur. Bunun neticesinde Anayasa Mahkemesi bu yapısal sorunun çözümü için makul sürede yargılanma hakkına ilişkin etkili bir başvuru yolu kurulması gerektiği tespitini yaparak Nevriye Kuruç [GK], B. No: 2021/58970, 5/7/2022 künyeli pilot kararını vermiş ve gerekli yasal düzenlemelerin yapılabilmesi için kararı TBMM’ye bildirmiştir. Akabinde TBMM tarafından 2/3/2024 tarihli ve 7499 sayılı Kanun ile 6384 sayılı Kanun’un ikinci maddesine ek yapılarak Tazminat Komisyonuna “Ceza hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukuku kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiasıyla manevi tazminat” talebiyle yapılacak başvuruların daimi olarak incelenmesi yetkisi verilmiştir. Yine 7499 sayılı Kanun’la benimsenen geçici madde ile kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Anayasa Mahkemesinde derdest olan başvurular yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilecek kabul edilmezlik kararları ile Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce verilmiş düşme kararlarına karşı (kararların tebliğinden itibaren) 3 ay içinde Komisyona başvuru hakkı tanınmıştır.
Bu doğrultuda makul sürede yargılanmamaya ilişkin şikâyetlerin esasının incelenmesine imkân sağlayan ve gerektiğinde uygun bir telafi yöntemi sunan etkili hukuk yollarının olması ilgililere etkili başvuru hakkının sağlanmasının bir gereğidir. Buna göre kişilerin mağduriyetlerinin giderilmesi amacıyla öngörülen yargı yollarının mevzuatta yer alması yalnız başına yeterli olmayıp bu yolun aynı zamanda pratikte de başarı şansı sunması gerekir. Söz konusu yola başvurulabilmesi için öngörülen koşullar somut olaylara tatbik edilirken dayanak işlem, eylem ya da ihmallerden kaynaklanan savunulabilir nitelikteki iddiaların bu doğrultuda geniş şekilde değerlendirilmesi, koşulların oluşmadığı sonucuna ulaşılması durumunda ise bu durumun yargı makamları tarafından ilgili ve yeterli gerekçelerle açıklanması gerekir.
Örnek olarak medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır. Bu çerçevede yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar göz önünde bulundurulur.
Anayasa Mahkemesi bu ilkeler ışığında makul sürede yargılanma hakkına ilişkin etkili bir başvuru yolu olarak ihdas edilen Tazminat Komisyonunun öngörülebilir olmayan ve bariz takdir hatası teşkil eden yorumu neticesinde hükmedilen tazminatı yetersiz bulduğunda makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği sonucuna varabilmektedir.
İlgili Kararlar
Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkı
5233 Sayılı Kanun Kapsamının Köy Boşaltma ile Sınırlı Tutulması (Öznel Durumların Dikkate Alınmaması)
5233 sayılı Kanun, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddi zararlarının yargı yoluna gidilmesine gerek kalmaksızın, idarece en kısa süre içerisinde ve tam olarak tespit edilerek, sulh yoluyla karşılanmasını amaçlamakta olup, belirtilen amaç doğrultusunda ilke ve prosedürler öngörmektedir.
Belirtilen Kanun uyarınca müracaat sahiplerinin taleplerinin karşılanabilmesi için, öncelikle iddia edilen zararın terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle oluştuğunun tespiti gerekmekte olup, Kanun’un 2. maddesinde açıkça terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararların kapsam dışında olduğu belirtilmiştir.
5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen hususlara ilişkin iddiaların maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır. Bu konudaki takdir esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi kararlarının bariz bir takdir hatası içermesi durumunda anayasal bir temel hak veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir değerlendirme yapılması gerekebilecektir.
İlgili Kararlar
♦ (Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014)
♦ (Şamil İçyer ve diğerleri, B. No: 2014/3374, 20/1/2016)
♦ (Sadettin Tiryaki ve diğerleri, B. No: 2013/4623, 21/1/2016)
♦ (Hamdiye Demirel ve diğerleri, B. No: 2013/6649, 20/4/2016)
♦ (Vangölü Turizm Seyahat ve Ticaret A.Ş., B. No: 2014/4258, 12/1/2017)
♦ (C.S. ve diğerleri, B. No: 2016/5208, 1/7/2020)
♦ (Kumri Bişkin, B. No: 2019/19606, 18/1/2022)
İçtihat Farklılıklarının Uzun Süre Giderilmemesi (Yargıtay Daireleri)
Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir.
Bireysel başvuru incelemelerinde derin ve süregelen farklılıkları ortadan kaldırmaya elverişli bir mekanizma niteliğindeki içtihadın birleştirilmesi yolunun işletilmemesi bu nedenle varılan sonucun başvurucular için öngörülemez olduğu ve bu hususun hükümden bağımsız olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği sonucuna ulaşıldığı başvurular incelenmiştir.
Bu tip durumlarda Yargıtay daireleri ve bölge adliye mahkemeleri, vermiş oldukları birbirine zıt kararlarda vardıkları sonuca hangi nedenle ulaşıldığının başvurucular ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek yeterli gerekçeler sunabilmelidir.
İlgili Kararlar
♦ (Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018)
♦ (Demet Yalçın ve diğerleri, B. No: 2017/31387, 24/6/2020)
♦ (Aysel Özdemir ve diğerleri, B. No: 2018/30946, 30/9/2020)
♦ (Oğuzhan Yıldırım, B. No: 2019/3037, 13/10/2020)
♦ (Arafat Korkmaz ve diğerleri, B. No: 2019/7909, 13/10/2020)
♦ (Abdulmutalip Barçin ve diğerleri, B. No: 2019/37820, 14/10/2020)
♦ (Erkan Tekin ve diğerleri, B. No: 2017/38589, 18/11/2020)
Benzer Nitelikteki Davalarda Hukuki Belirsizliğe Yol Açacak Biçimde Farklı Karar Verilmesi
Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur. Ancak, uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları, bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkartır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca, böyle bir algının toplumda yerleşmesi halinde, bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir.
Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir.
Uygulamadaki yeknesaklığı sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları, bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkarır.
Özellikle aynı somut olay ve hukuksal durumdaki farklı kişilerce açılan davalarda birbiriyle çelişen sonuçlara ulaşılması hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşebilir. Yargı mercilerinin anılan ilkelerin bir sonucu olarak kamuoyu nezdinde yargıya olan güveni muhafaza etme bakımından kararlarında belli bir istikrar sağlaması beklenir. Bu itibarla içtihat değişikliği tek başına adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğurmaz ise de bu değişiklik ile benimsenen yeni yaklaşımın benzer uyuşmazlıklarda tutarlı olarak uygulanması gereklidir.
İlgili Kararlar
♦ (Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015)
♦ (Ahmet Gül ve diğerleri, B. No: 2014/1182, 22/9/2016)
♦ (Hakan Altıncan [GK], B. No: 2016/13021, 17/5/2018)
♦ (Aşır Tunç, B. No: 2015/17453, 22/1/2019)
♦ (Hasan Köle ve İsmail Kara, B. No: 2016/8958, 26/9/2019)
♦ (Tijen Mert, B. No: 2018/4928, 29/9/2020)
♦ (Deniz Aydoğan ve diğerleri, B. No: 2019/2551, 19/11/2020)
♦ (Mevlüt Tuncer Akca, B. No: 2017/4904, 10/3/2021)
♦ (Ahmet Taban ve diğerleri [GK], B. No: 2018/22125, 29/9/2022)
♦ (İbrahim Yıldırım, B. No: 2019/10802, 7/12/2022)
♦ (Serpil Bodur, B. No: 2019/10793, 19/1/2023)
♦ (Ziya Metehan Arısoy, B. No: 2019/22055, 15/11/2023)
Yargılamada Açık ve Bariz Takdir Hatası
Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir.
Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılama hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai durumlarda aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu hususun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin yargılama mercilerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi yargılama makamlarının delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir
Aşağıdaki hâllerde aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bir durumun bizatihi kendisinin usule dair bir güvenceye dönüştüğü kabul edilebilir:
i. Somut olayda uygulanan veya uygulanması gereken hukuk kurallarının kabul edilebilir herhangi bir yorumuna dayanılmaması
ii. Delil ile bu delilin ispat aracı olarak kullanıldığı vakıa arasında kurulan bağın kabul edilebilir bir muhakemeye dayanmaması veya mantık dışı bir çıkarıma dayanması
iii. Açıkça yanlış olan olguların hükme esas alınması
iv. Somut olayın açıkça belirli olan koşullarının gözetilmemesi
v. Belirli bir hususu ispat ettiğinde kuşku bulunmayan bir delilin açıkça keyfî olarak dikkate alınmaması
vi. Maddi olayın tespitinde aksi ispat edilemeyecek ve savunma yapmayı anlamsız kılacak varsayımlara dayanılması
Yargılamanın sonucuyla ilgili hususları usule ilişkin bir güvenceye dönüştüren durumlar yukarıda belirtilenlerle sınırlı değildir. Bunlara benzer hâllerde de Anayasa Mahkemesince bireysel başvuru kapsamında denetim yapılabilir. Bununla birlikte belirtilen eksikliklerin adil yargılanma hakkının ihlaline yol açabilmesi için bunların ayrıca yargılamanın hakkaniyetini zedelediğinin tespit edilmiş olması gerekir.
İlgili Kararlar
♦ (Kenan Özteriş, B. No: 2012/989, 19/12/2013)
♦ (Medeni Batur, B. No: 2014/19704, 15/6/2016)
♦ (Askeri Karakaş, B. No: 2014/19705, 30/6/2016)
♦ (Süleyman Bargın, B. No: 2014/6096, 12/7/2016)
♦ (Mehmet Sıddık Güneşoğlu, B. No: 2014/7571, 12/7/2016)
♦ (Aydın Öner, B. No: 2014/13415, 13/7/2016)
♦ (Mehmet Geçgel, B. No: 2014/4187, 18/4/2019)
♦ (Şirin Fidan, B. No: 2016/5523, 17/6/2020)
♦ (Murat Beydili [GK], B. No: 2019/14642, 17/6/2021)
♦ (İsmail Elgün ve diğerleri, B. No: 2019/13342, 23/2/2022)
♦ (İsmet Murtezaoğlu, B. No: 2018/17312, 18/10/2022)
♦ (İrfan Şen, B. No: 2019/39177, 11/1/2023)
♦ (Hakan Ekinci, B. No: 2021/7825, 21/11/2023)
♦ (Hakan Kalaycı, B. No: 2019/36257, 20/3/2024)
♦ (Yılmaz Korkmaz, B. No: 2019/7376, 11/6/2024)
Vazife Malullüğü Tespitinde Özel Askerlik Koşullarının Değerlendirilmemesi
Kural olarak Anayasa Mahkemesinin görevi herhangi bir davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir. Bilirkişi raporu benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları derece mahkemelerinin yetkisi dâhilindedir. Bununla birlikte Anayasa'daki hakların etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Anayasa'nın 36. maddesine göre tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi vardır.
Anayasa Mahkemesi’nce örnek başvurulara konu uyuşmazlıklarda; başvurucuların temel iddiası askerliğe elverişsiz hâle gelmelerinin nedeninin ağır askerlik koşulları olduğu ve böylece askerliğin sebep ve tesiriyle malul olmaları olup; iddialarının, genel bir kabule dayalı olarak reddedildiği ve böylece davanın özünün gereği gibi incelenmediği sonucuna varılarak, yargılamada öznel durumlarının dikkate alınmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlaline karar verilmiştir.
İlgili Kararlar
♦ (Mehmet Çelikkıran, B. No: 2013/9648, 20/1/2016)
♦ (Aydın Davut, B. No: 2014/5641, 22/9/2016)
♦ (Aydın Davut (2), B. No: 2014/4681, 6/7/2017)
♦ (Kenan Tokmak, B. No: 2014/12679, 21/11/2017)
Mahkemece Ulaşılan Kanaatin, Kanun Hükmünün Öngörülebilir Olmayan Genişletici Yorumuna Dayanması (Yargılamadaki Usul Güvencelerinin Anlamsız Hale Getirilmesi)
Hak ve özgürlükleri sınırlandıran hükümlerin kamu makamlarınca geniş yorumlanması bireyler açısından öngörülemez sonuçlar doğurabileceğinden hukuk devletine aykırılık teşkil etmenin yanında adil yargılanma hakkını da zedeler. Adil yargılanma hakkı, uyuşmazlıklarda uygulanacak hukuk kurallarının öngörülebilir olmasını zorunlu kılmaktadır. Türk anayasal sisteminde hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı düzenleme yapma yetkisi yasama organına aittir. Hak ve özgürlüğü kısıtlayıcı bir kanunun kapsamını genişletici yorum ve uygulamalar kanun koyucunun getirmediği bir sınırlandırmanın idari ve yargısal makamlarca ihdas edilmesi sonucunu doğurabilir. Bu açıdan hak ve özgürlükleri sınırlandıran kurallara ilişkin yorum ve uygulamaların kuralın kapsamını genişletici nitelikte olmaması ve öngörülebilir sınırlar içinde kalması önem taşımaktadır. Diğer bir ifadeyle derece mahkemelerinin, hak ve özgürlükleri sınırlayıcı kuralların kapsamının geniş yorumlanması hususunda oldukça ihtiyatlı davranması gerekir. Aksi durum keyfî uygulamaların yaygınlaşmasına ve bireylerin kamu otoritelerine karşı güvencesiz bir konuma düşmesine yol açar.
Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılama hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai hâllerde, aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir. Adil yargılanma hakkı, hukuk kuralının davanın başvurucu lehine sonuçlanmasını temin eden yorumunun esas alınmasını güvence altına almamaktadır. Uyuşmazlığa uygulanacak hukuk kurallarının yorumlanması derece mahkemelerinin takdirindedir. Bununla birlikte derece mahkemelerinin hukuk kurallarını yorumlarken Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen ve Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti ilkesini gözönünde bulundurmaları gerekir.
Kişilerin medeni haklarıyla ilgili uyuşmazlıklarda uygulanan hukuk kurallarının açıkça keyfî veya hakkın tesliminden kaçınacak (adaleti hiçe sayacak) biçimde yorumlanması usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getireceğinden adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden söz edilebilir. Zira bu hâlde, derece mahkemesinin yorumunun bireyler tarafından öngörülmesi mümkün olmayıp hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması hukuk devleti ilkesini örseler. Özellikle hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı hükümlerin geniş yoruma tabi tutulması keyfîliğe ve bireylerin kendilerini hukuk karşısında güvensiz hissetmelerine yol açar.
İlgili Kararlar
♦ (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020)
♦ (A.K. ve diğerleri, B. No: 2018/12324, 4/11/2020)
♦ (Abdurrahim Sarıoğlu ve diğerleri, B. No: 2018/36023, 18/11/2020)
♦ (D.Ç. ve diğerleri, B. No: 2020/10020, 18/11/2020)
♦ (M.O. ve diğerleri, B. No: 2019/8627, 15/12/2020)
♦ (Bülent Şeref Sarıoğlu ve diğerleri, B. No: 2019/39603, 31/12/2020);
♦ (İ.K. [GK], B. No: 2019/20904, 15/4/2021)
♦ (Mehmet Kösem, B. No: 2020/3058, 30/3/2022)
♦ (Ercan Karaağaç, B. No: 2020/1097, 21/9/2022)
♦ (Hakan Kalaycı, B. No: 2019/36257, 20/3/2024)
Derin ve Süregelen İçtihat Farklılıklarının Uzun Süre Giderilmemesi
Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlaması beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşması, bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkarır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda yerleşmesi hâlinde bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir.
Anayasa Mahkemesi; bu noktada derece mahkemelerinin hukuk kurallarını yorumlamasından kaynaklanan içtihat farkının süregelen bir hâl aldığı, başka bir anlatımla kısa sayılamayacak bir zaman dilimi içinde uygulamada birliğin sağlanamadığı durumlarda uygulamadaki tutarsızlıkları ortadan kaldıracak nitelikteki tedbirlerin önemine işaret etmektedir.
Anayasa Mahkemesi içtihat farklılıkları yönünden yüksek mahkemelerin görevine dikkat çekmiş ve yüksek mahkemelerin oynaması gereken rolün tam da yargı kararlarından doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmek olduğunu açıklamıştır. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamanı gerektirdiğini ifade etmiştir.
İlgili Kararlar
♦ (Aziz Buluntu ve Fırat Savğa, B. No: 2017/22650, 13/2/2020)
♦ (Teslime Aydoğan, B. No: 2015/4255, 9/6/2020)
♦ (Deniz Elektrik Taahhüt Tic. Ltd. Şti., B. No: 2016/780, 24/6/2020)
Kesin Nitelikteki Mahkeme Hükmünün İcra Edilebilirliğinin Yeni Bir Mahkeme Kararıyla Etkisiz Hâle Getirilmesi
Yürürlükteki mevzuata göre kesinleşmiş olan mahkeme kararının maddi hata denetimi adı altında yeniden delil değerlendirilmesi yapılarak hükmün esasını değiştirecek şekilde kanun yolu denetimine tabi kılınması mümkün değildir.
6100 sayılı Kanun'un 304. maddesine göre maddi hata düzeltim yoluyla ancak yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalar düzeltilebilir. Dolayısıyla maddi hata yoluyla hükmün ortadan kaldırılması ve uyuşmazlığın esasını tekrar karara bağlayacak şekilde yeniden değerlendirme yapılması mümkün değildir.
Yargıtay kararlarına göre de şeklî anlamda kesinleşen ve maddi anlamda da kesin hüküm gücüne ulaşan kararlarla ilgili yeniden delil değerlendirmesi yapılmak suretiyle maddi hata denetimi adı altında davanın tekrar kanun yolu denetimine tabi tutulması ve bu suretle kesin hükmün ortadan kaldırılması mümkün bulunmamaktadır.
Anayasa Mahkemesi kesinleşmiş mahkeme kararının yok hükmünde kabul edilerek icra edilmemesi meselesiyle ilgili olarak yaptığı değerlendirmede kesin ve bağlayıcı olan mahkeme kararının taraflardan biri açısından işlemsiz hâle getirilmesinin adil yargılanma hakkını zedeleyeceğini ancak her somut olayın koşullarında değerlendirileceği üzere uyulması beklenen kesin hükmün de hukukun temel esaslarına, hakkaniyet ve adalet ilkelerine aykırı verilmemesi gerektiğini belirtmiştir. Aksi durumda kesinleşmiş mahkeme kararlarının sürekli sorgulanarak hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri zedelenecek, bireylerin hukuk sistemine olan güvenleri sarsılabilecektir.
İlgili Kararlar
♦ (Mustafa Altın [GK], B. No: 2018/10018, 27/10/2021)
♦ (Hasan Bozkurt ve Uğur Kılıç, B. No: 2019/9296, 14/4/2022)
♦ (Hbb Mühendislik Alt Yapı İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. [GK], B. No: 2020/20854, 23/2/2023)
♦ (Şenol Özdemir, B. No: 2018/14133, 11/5/2023)
Suç ve Cezaların Kanuniliği İlkesi
Yürütme Organının Sınırları Kanunla Belirlenmiş Bir Yetkiye Dayanmaksızın, Düzenleyici İşlemleri ile Suç ve Ceza İhdas Etmesi
Anayasa’nın 38. maddesinde yer alan suçta ve cezada kanunilik ilkesi uyarınca hangi eylemlerin yasaklandığı ve bu yasak eylemlere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanunda gösterilmesi; kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olması gerekmektedir.
Kamu otoritesinin ve bunun bir sonucu olan ceza verme yetkisinin keyfi ve hukuk dışı amaçlarla kullanılmasının önlenebilmesi, kanunilik ilkesinin katı bir şekilde uygulanmasıyla mümkün olabilir. Bu doğrultuda, kamu otoritesini temsil eden yasama, yürütme ve yargı erklerinin, bu ilkeye saygılı hareket etmeleri; suç ve cezalara ilişkin kanuni düzenlemelerin sınırlarının, yasama organı tarafından belirgin bir şekilde çizilmesi, yürütme organının sınırları kanunla belirlenmiş bir yetkiye dayanmaksızın, düzenleyici işlemleri ile suç ve ceza ihdas etmemesi, ceza hukukunu uygulamakla görevli yargı organın da kanunlarda belirlenen suç ve cezaların kapsamını yorum yoluyla genişletmemesi gerekir.
Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan kanunun metni, bireylerin gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla kanunun uygulanması öncesinde muhtemel etki ve sonuçlarının yeterli derecede öngörülebilir olması gereklidir. Belirlilik ilkesi hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, belirli bir kesinlik içinde hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp davranışlarını düzenleyebilir.
İlgili Kararlar
Yargı Kararında Lehe Kanun Hükümlerinin Dikkate Alınmaması
Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında, “Kimse, ... kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz” denilerek “suçta kanunilik”, üçüncü fıkrasında da “ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur” denilerek, “cezada kanunilik” ilkeleri güvence altına alınmıştır.
Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, hukuk devletinin kurucu unsurlarındandır. Kanunilik ilkesi, genel olarak bütün hak ve özgürlüklerin düzenlenmesinde temel bir güvence oluşturmanın yanı sıra, suç ve cezaların belirlenmesi bakımından özel bir anlam ve öneme sahip olup, bu kapsamda kişilerin kanunen yasaklanmamış veya yaptırıma bağlanmamış fiillerden dolayı keyfi bir şekilde suçlanmaları ve cezalandırılmaları önlenmekte, buna ek olarak, suçlanan kişinin lehine olan düzenlemelerin geriye etkili olarak uygulanması sağlanmaktadır.
Öte yandan, suçun işlendiği tarihten sonra kabul edilen lehteki kanun hükmünün geriye yürümesi hakkını AİHS’nin 7. maddesinin güvence altına almadığı yönündeki içtihadını değiştiren AİHM, bu ilkenin, Avrupa Temel Şartı da dâhil temel bütün metinlerde tanındığını, artık Avrupa ceza hukuku geleneğinin bir parçası olduğunun kabul edildiğini, hukukun üstünlüğü ilkesi gereğince hâkimin, suç oluşturan eyleme kanun koyucunun orantılı bir ceza olarak belirlediği cezayı vermesinin tutarlı olduğunu, suç işleyene sadece suç işlediği tarihte daha ağır bir ceza öngörüldüğü gerekçesi ile ağır bir ceza verilmesinin ceza hukukunun temel ilkelerine aykırı bulunduğunu, bunun aynı zamanda suçun işlendiği tarihten sonra meydana gelen bütün yasal değişiklikleri ve toplumun o suç karşısındaki yaklaşım değişikliğini görmemek anlamına geldiğini, lehte olan ceza hükmünün geriye yürümesi ilkesinin cezaların öngörülebilir olması gerekliliğinin bir uzantısı olduğunu, buna göre, eğer suçun işlendiği tarihte yürürlükte olan ceza kuralı ile kesin bir hükmün verilmesinden önce kabul edilen bir ceza kuralı farklı ise, hâkimin, sanığın lehine olan ceza kuralını uygulaması gerektiğini belirtmişti.
İlgili Kararlar
♦ (Mahmut Manbaki, B. No: 2012/731, 15/10/2014)
♦ (Onmed Tıbbi Ürünler Paz. ve Dış Tic. Ltd. Şti., B. No: 2016/8342, 17/6/2020)
Duruşmada Hazır Bulunma Hakkı
Sanığın Delillerin Tartışıldığı Duruşmalara Etkili Katılımının Sağlanması (Videokonferans Bağlantısıyla Duruşma)
Anayasa Mahkemesi medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıklarda tarafların SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılımlarının sağlanmasının duruşmada hazır bulunma hakkına yönelik bir müdahale oluşturduğunu tespit ederek bu müdahalenin ihlal oluşturup oluşturmadığına ilişkin değerlendirmenin ise kanunilik, meşru amaca dayalı olma ve ölçülülük ilkeleri yönünden yapılacak inceleme sonucunda belirlenebileceğini ifade etmiştir. Buna göre, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıklarda tarafların SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılımlarının sağlanması şeklindeki müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için kanuni bir temelinin bulunması, meşru bir amaca dayalı ve ölçülü olması gerekmektedir.
Buna göre, duruşmada hazır bulunma hakkına yapılan müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olması, ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olduğunun gösterilmesi ve orantılılık yönünden bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede özellikle gereklilik ilkesi uyarınca uyuşmazlığın tarafının duruşmada hazır bulunmasını zorunlu kılan bir olgunun yokluğu derece mahkemelerince somut ve olaya uygun bir gerekçeyle ortaya konulmalıdır. Bu gerekliliğin ortaya konulması bağlamında, kişilerin duruşmada bizzat hazır bulunmayı talep etmelerine rağmen SEGBİS yoluyla katılımlarının neden yeterli görüldüğünün ve duruşmada bizzat hazır bulunmayı imkânsız hale getiren veya büyük ölçüde zorlaştıran koşulların neler olduğunun ifade edilmesi gerekir.
Diğer taraftan medeni hak ve yükümlüklere ilişkin uyuşmazlıklar açısından tarafların duruşmada hazır bulunması, onların iddia ve savunma imkânlarını doğrudan kullanmalarına ve uyuşmazlıkla ilgili olan taleplerini huzurda açıklamalarına olanak tanımaktadır. Taraflar duruşmada bizzat hazır bulunmak suretiyle teknik ve fiziksel engeller bulunmaksızın delillerini ileri sürebilmekte ve diğer tarafça gösterilen delillere itiraz etmek ve davasını bizzat savunmak suretiyle kararı etkileme imkânını elde etmektedir.
Ceza infaz kurumunda bulunan hükümlülerin davranışları sebebiyle uygulanan bir disiplin cezasının şikâyet konusu edildiği uyuşmazlık kapsamındaki İnfaz Hâkimliklerince açılan duruşmada bizzat hazır bulunmalarını gerektiren bir nitelik taşıyıp taşımadığı hususunda; Hâkimliklerce herhangi bir değerlendirme yapılmadan genel ve kategorik bir sebeple tarafların yokluğunda duruşma yapılması ve duruşmada hazır bulunma hakkına müdahale için en uygun aracın seçilmemesi müdahalenin gerekli olmadığı sonucuna yol açmaktadır.
İlgili Kararlar
♦ (Emrah Yayla [GK], B. No: 2017/38732, 6/2/2020)
♦ (Abdulkahar Aksoy ve diğerleri, B. No: 2016/25089, 10/6/2020)
♦ (Emrah Yayla (2), B. No: 2017/34742, 13/10/2020)
♦ (Raşit Dörtyol (3), B. No: 2017/34383, 2/12/2020)
♦ (Gökhan Gündüz (4), B. No: 2018/13782, 10/3/2021)
♦ (Abdulvahap Aydemir ve diğerleri, B. No: 2016/73196, 7/10/2021)
♦ (Raşit Dörtyol (4), B. No: 2018/12447, 8/12/2022)
♦ (Erhan Çaha, B. No: 2019/2332, 22/11/2022)
Ceza İnfaz Kurumunda Disiplin Cezasına İlişkin Davada Sözlü Yargılanma Hakkına Müdahalenin Kanuni Dayanağının Olmaması
Gerek hukuk gerekse ceza yargılamalarında duruşma yapılmamasını haklı kılabilecek koşullar ilgili uyuşmazlığın niteliğine ve esas itibarıyla derece mahkemelerince karara bağlanacak meselenin mahiyetine bağlıdır. Bu kapsamda yapılan incelemelerde -duruşma yapılması usul kurallarına göre zorunlu olsun ya da olmasın- davanın açıklığa kavuşturulmasında dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerin yeterli olup olmadığı önem taşımaktadır. Bunun yanında davada başvurucunun kişisel özellikleri, davranışları gibi sözlü yargılamayı zorunlu kılan olguların bulunup bulunmadığı veya şeklî, sınırlı ve teknik nitelikte bir incelemenin çözüm için yeterli olup olmadığı hususları da değerlendirilmelidir. Bu çerçevede delil ve ifadelerin sözlü olarak sunulmasını veya tanıkları sorgulamayı veya sorgulatmayı gerektirecek inandırıcılıkla ilgili sorunların ya da ihtilaflı olayların var olmadığı ve suç isnadında bulunulan kişiye savunmasını yazılı olarak sunma ve aleyhindeki delillere itiraz etme imkânının tanındığı hâllerde duruşma yapılması gerekli görülmeyebilir.
Sözlü yargılama;
i. Merciler tarafından olguların doğru bir şekilde tespit edilip edilmediğinin değerlendirilmesi ihtiyacı olduğunda,
ii. Hukuki meselelerin yanı sıra önemli olgusal meselelerin ortaya çıktığı veya uyuşmazlığın olgularının daha ayrıntılı incelenmesinin lüzumlu olduğu hâllerde,
iii. Mahkemelerin başvurucuya dair kişisel bir izlenim edinmesini, başvurucunun kişisel durumunu şahsen izah edebilmesini gerektiren durumlarda,
iv. Mahkemelerin bir duruşma aracılığıyla belirli noktalara ilişkin açıklık getirmesi lüzumlu olduğunda gerekli ve zorunlu görülebilir.
Kişiler sözlü yargılanma hakkına genel anlamda sahip olmakla birlikte başvurucular bu haktan açıkça veya zımnen feragat edebilir. Sözlü yargılama yapılmasına ilişkin talebin sürdürülmemesi ya da hiç ileri sürülmemesi zımnen feragate örnek gösterilebilir. Her iki durumda da feragatin tereddüde yer vermeyecek şekilde açık olması ve aynı zamanda kamu yararına aykırılık taşımaması gerekir. Sözlü yargılanma hakkından feragat, ilgili tarafa bu haktan vazgeçmesiyle orantılı asgari güvenceler sağlanmadıkça kamu yararına uygunluk taşımayabilir. Ayrıca örtülü feragatin geçerli olabilmesi için feragat eden tarafın söz konusu eylemlerinin sonuçlarını makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekmektedir.
Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği ölçüde hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir. Bu bağlamda müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir.
Hükümlü ya da tutuklunun mahkeme huzurunda bulunması usul hukuku bağlamında duruşma veya farklı yöntemlerle sağlanabilir. Nitekim kanunda infaz hâkiminin söz konusu savunmayı duruşma açmak suretiyle ya da duruşma yapmaksızın odasında veya duruşma salonunda yahut ceza infaz kurumunda almasına imkân tanındığı anlaşılmıştır. Kanunda öngörülen söz konusu usuldeki temel amacın disiplin yaptırımı uygulanan hükümlü ya da tutuklunun hâkim karşısında meramını anlatabilmesini, dosyada aleyhine olan delillere etkili bir şekilde karşı çıkabilmesini sağlamak olduğu açıktır.
İlgili Kararlar
♦ (Talet Şanlı [GK], B. No: 2017/20526, 17/1/2023)
♦ (Aziz Yalçın ve Hikmet Çalağan, B. No: 2019/28807, 19/12/2023)