Kişi Özgürlüğü ve Güvenliğine Dair Emsal Kararlar
< Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Ana Sayfa
Anayasa Mahkemesi İhlal Kararının Uygulanmaması
Bir mahkemenin verdiği bağlayıcı nitelikteki bir kesin hükmün daha sonra diğer mahkemeler veya kamu gücünü kullanan diğer bir devlet organı tarafından işlevsiz hâle getirilmesi, adil yargılanma hakkının sağladığı güvenceleri de ortadan kaldırır. Anayasa'nın 153. maddesinin son fıkrasında Anayasa Mahkemesi kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama, yürütme ve yargı organları ile idare makamlarına herhangi bir takdir yetkisi tanınmamış veya bu konuda bir istisnaya yer verilmemiştir. Mahkûmiyet hükmüne bağlı tutmanın hukukiliğini etkileyen bir durum söz konusu olduğunda tutulma hâli "mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi" kapsamında olsa bile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlaline sebebiyet verebilir. Özellikle tutmanın önünde doğrudan Anayasa'dan veya kanunlardan kaynaklanan bir engelin bulunduğu ya da tutmayı sona erdirmeyi zorunlu kılan yargısal bir kararın mevcut olduğu durumlarda özgürlükten yoksun bırakma ile mahkûmiyet kararı arasındaki bağ ortadan kalkar. Bu hâllerde tutmaya devam edilmesi hukuki dayanaktan yoksun bir şekilde özgürlüğün kısıtlanması sonucunu doğurur.
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararları sonrasında derece mahkemelerinin, ön koşulunun bulunmadığı tespit edilen tutukluluğu sona erdirmeleri gerekir. Aksi takdirde ihlal ve sonuçları ortadan kaldırılmamış olur. Bununla birlikte daha önce tutuklama gerekçesi olarak gösterilmeyen, dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında değerlendirilmemiş olan yeni olgularla suç işlendiğine dair "kuvvetli belirti"nin ortaya konulabildiği oldukça istisnai durumlarda da ihlal kararının gereklerinin yerine getirildiği kabul edilebilir. Ancak derece mahkemelerinin bu husustaki takdir aralığı ilk tutuklamaya göre oldukça sınırlıdır. Böyle bir durumda "kuvvetli belirti"nin yeni olgularla ortaya konulup konulmadığı yönündeki nihai değerlendirme Anayasa Mahkemesine aittir.
İlgili Kararlar
♦ (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018)
♦ (Mehmet Hasan Altan (3), B. No: 2018/2620, 9/1/2020)
♦ (Şahin Alpay (3), B. No: 2018/10327, 3/12/2020)
♦ (Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021)
İtiraz Merciince Alınan Savcılık Görüşünün Bildirilmemesi (Ay. Md. 19/8'in İhlali)
Anayasa'nın 19. Maddesinin sekizinci fıkrasında her ne sebeple olursa olsun hürriyeti kısıtlanan kişinin “kısa sürede” durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahip olduğu düzenlenmiştir. Tutukluluk haline itirazda bulunulan bir davada, Cumhuriyet Savcısı ve tutuklunun davaya katılma hakkı bulunmaktadır. Ayrıca tutukluluk haline itiraz başvurusunda Cumhuriyet Savcısı ve tutuklu arasında silahların eşitliği ilkesinin gözetilmesi gerekir. Silahların eşitliği, başvurucunun soruşturma dosyasına ulaşabilmesine imkân verilmesini gerektiren bir ilkedir. Anayasa Mahkemesi aşağıda gösterilen ilk üç kararda Cumhuriyet Savcısının görüşlerine etkili bir şekilde cevap verebilme imkânının kural olarak başvurucuya söz konusu görüşün bildirilmesi hâlinde mümkün olabileceği, dolayısıyla mahkemenin kararına etki edebilecek bu hususun başvurucuya bildirilmemesinin çelişmeli yargılama ilkesine aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle ihlal kararları vermiştir.
Bununla birlikte yine aşağıda ilgili kararlar kısmında gösterilen (Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017) kararı ile Anayasa Mahkemesinin sıklıkla uygulanmış açık bir içtihadının bulunduğu tutukluluk ve/veya tutukluluğa itiraz incelemeleri sırasında alınan savcılık görüşünün süpheli/sanık veya müdafiine bildirilmemiş olması nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine ilişkin başvurunun, genel bir soruna işaret etmediği gibi Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından da önem taşıdığının ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır. Aynı zamanda başvurucunun tutukluluğa ilişkin itiraz incelemesi sırasında alınan savcılık görüşünün kendisine bildirilmemesi nedeniyle ciddi anlamda zarar gördüğü, bu görüşün kendisi için ne denli önemli olduğu hususunda başvurucunun herhangi bir açıklamasının bulunmadığı da gözetildiğinde başvurunun bu kısmı açısından önemli bir kişisel zararın da olmadığı kanaatine varılmıştır. Dolasıyla bu konu başlığı altındaki şikâyetler bakımından Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararının da gözönünde bulundurulması gerekmektedir.
♦ (Firas Aslan ve Hebat Aslan, B. No: 2012/1158, 21/11/2013)
♦ (Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013)
♦ (Erman Ergin, B. No: 2014/2680, 27/10/2016)
♦ (Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017) (Kabul edilmezlik kararı)
Çocuğa Uygulanan Tutuklamanın Hukuki Olmaması (Ay. Md. 19/3'ün İhlali)
Çocuklar hakkında tutuklama tedbirinin uygulandığı durumlarda ilgili uluslararası sözleşmeler ve belgeler ışığında tutuklamanın çocuklar bakımından en son başvurulacak yol olduğu, eğer tutukluluk bir zorunluluksa bunun mümkün olan en kısa sürede sonlandırılması gerektiği dikkate alınmalıdır. Ancak bu durum, çocuklar hakkında hiçbir şekilde tutuklama tedbirinin uygulanamayacağı şeklinde anlaşılmamalıdır. Bakanlar Komitesinin Avrupa Konseyine üye devletlere yönelik tavsiye kararında da belirtildiği üzere kısmen daha büyük yaştaki çocuklar tarafından işlenmiş olan çok ciddi suçlara ilişkin istisnai olaylarda tutuklama tedbirinin uygulanması gerekebilir. Çocukların tutuklanması 5395 sayılı Kanun'a göre son çare tedbiridir. İlgili Kanun uyarınca bir çocuğun tutuklanmasına yalnızca adli kontrol tedbirinden sonuç alınamaması, sonuç alınamayacağının anlaşılması veya bu tedbirlere uyulmaması durumunda karar verilebilmektedir.
İlgili Kararlar
♦ (Furkan Omurtag, B. No: 2014/18179, 25/10/2017)
♦ (Semra Omak, B. No: 2015/19167, 17/7/2019)
Dava Dosyasına Erişimin Kısıtlanması (Ay. Md. 19/8'in ihlali)
Tutukluluk halinin devamının veya serbest bırakılma taleplerinin incelenmesinde silahların eşitliği ve çelişmeli yargı ilkelerine riayet edilmesi gerekir. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmektedir. Taraflardan birine tanınan, diğerine tanınmayan avantajın, fiilen olumsuz bir sonuç doğurduğuna dair delil bulunmasa da silahların eşitliği ilkesi ihlal edilmiş sayılır.
Bu çerçevede müdafiinin dosya içeriğini incelemesinden mahrum bırakılmasını silahların eşitliği ilkesinin ihlali olarak değerlendirilebilir. Ancak, milli güvenlik, suçların araştırılmasına ilişkin polisiye yöntemlerin gizli kalma gerekliliği ya da üçüncü bir kişinin temel haklarının ve kamu düzeninin korunması için gerektiği ölçüde çelişmeli dava hakkı kısıtlanabilir. Bununla birlikte, savunmanın haklarının kısıtlanmasıyla sebep olunan zorlukların yargılama sırasında yeteri kadar giderilmesi gerekir.
Örnek olarak, suçlamalara dayanak olan başlıca delillerin başvurucuda bulunan deliller değil, üçüncü kişilerde bulunan ve erişim kısıtlaması kararı verilen bilgisayar belgeleri ve dosyaları olması, başvurucu ve müdafisinin tutukluluğun yasallığına itiraz edebilmek için temel öneme sahip bu belgelerin içeriği ile ilgili yeterli bilgiye sahip olmaması ve erişim kısıtlaması kararının gerekçelerinin yeterli olmaması durumunda ihlal söz konusu olabilir.
İlgili Kararlar
♦ (Yavuz Pehlivan ve diğerleri [GK], B. No: 2013/2312, 4/6/2015)
İdari Gözetim Dolayısıyla Haksız Tutmaya Dayalı Tazminata İlişkin Etkili Başvuru Yolu Bulunmaması
İdari gözetim altına alma yetkisi Anayasa’nın 19. maddesi ve Sözleşme’nin 5. maddesi ile kabul edilmiş istisnai bir yetkidir. Buna göre bir yabancının sınır dışı edilmesi veya geri verilmesi kararının yürütülmesi sürecinde, şekil ve şartları kanunla gösterilen usule uygun olarak yakalanması veya tutulu durumda bulundurulması mümkündür. Bu gibi durumlarda, bir kişinin suç işlemesinin veya kaçmasının önlenmesi gibi gerekçelere ihtiyaç bulunmaksızın, sadece bu işlemlerin yürütülmesi sürecine dayanılarak idari gözetim tedbiri uygulanmasına karar verilebilir. Ancak Anayasa’nın 19. maddesi uyarınca sınır dışı etme veya iade işlemleri “gerekli özen” gösterilerek yürütülmez ise kişi özgürlüğünden mahrumiyetin meşruiyetinden artık söz edilemez.
İdari gözetim istisnai bir yol olduğu ve kişiyi özgürlüğünden yoksun bırakma sonucunu doğurduğu için hukuka uygun olması ve keyfî muamele teşkil etmemesi gerekmektedir. Bu tedbirin, demokratik hukuk devletinin gerekli ve makul kıldığı ölçüde denetlenebilmesi; koşullarının genel kabul görmüş standartlara uygun olması; küçültücü, aşağılayıcı ve insanlık dışı muamele teşkil etmemesi, idari gözetim altında tutulanlara temel usule ilişkin hakların ve güvencelerin sağlanması gerekir. Anılan Anayasa ve Sözleşme hükümleri, esas olarak kişinin özgürlüğünün kısıtlanması sonucunu doğuracak bazı hâllerde bu sınırlamanın şekil ve şartlarının kanunla gösterilmesini isteyerek kişi özgürlüğü açısından daha güvenceli bir hukuki durum ortaya koymayı amaçlamaktadır .
Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası gereğince, aynı maddenin iki ila sekizinci fıkralarından herhangi birinin ihlali hâlinde tazminat talep etme imkânı sağlayan bir mekanizma oluşturulması zorunludur. Bu mekanizmanın sınır dışı amacıyla tutma kararı verme işleminin koşulları, süresi, sürenin uzatılması, ilgiliye bildirilmesi, idari gözetim kararına karşı başvuru yolları, idari gözetim altına alınan kişinin avukata erişimi, tercüman yardımından yararlanması gibi usul güvencelerini açık bir şekilde içermesi gerekmektedir. Dolayısıyla, Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasından önce gelen fıkralarından bir veya daha fazlasının ihlal edildiği sonucuna ulaşılan durumlarda, iç hukukta herhangi bir tazmin mekanizması bulunmaması, Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının da ihlali sonucunu doğuracaktır.
İlgili Kararlar
♦ (A.V. ve diğerleri, B. No: 2013/1649, 20/1/2016)
♦ (F.A. ve M.A., B. No: 2013/655, 20/1/2016)
♦ (T.T., B. No: 2013/8810, 18/2/2016)
Haksız Gözaltı ve Tutma Nedeniyle CMK 141. md. Kapsamında Hükmedilen Tazminat Miktarının Düşük Olması
Anayasa'nın 19. maddesinde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede bulunulması durumunda kişilerin uğradıkları zararların tazminat hukukunun genel prensiplerine göre devlet tarafından ödeneceği ifade edilmiştir. Derece mahkemelerinin tazminat için somut olayın koşullarına göre takdir yetkisi bulunmakla birlikte meydana gelen ihlalle orantılı olmayan önemsiz miktarda bir tazminat Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasına aykırı olacaktır. Bu çerçevede tazminat miktarı Anayasa Mahkemesinin benzer davalarda verdiği tazminat miktarına göre kayda değer ölçüde düşük olmamalıdır. Bununla birlikte hükmedilen miktarın Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarından düşük olması tek başına Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiği anlamına gelmez. Tazminatın Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasıyla uyumlu olup olmadığını değerlendirirken somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınması gerekir.
Anayasa Mahkemesi bu konuya ilişkin verdiği yakın tarihli Gülseren Çıtak [GK], B. No: 2020/1554, 27/4/2023 kararında başvurucuların haklarındaki soruşturma veya kovuşturmanın beraat yahut kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla sonuçlanması durumunda bu süreç içinde verilen yakalama, gözaltı veya tutukluğun sonucu itibarıyla hukuka aykırı hâle geldiğini, dolayısıyla 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. Maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca tazminata hükmedilebilmesi için ayrıca ilgili mahkemenin kişiler hakkındaki yakalama veya tutuklamanın hukukiliğini incelemesine gerek olmadığına hükmetmiştir. Bu doğrultuda benzer nitelikteki bireysel başvurular bakımından başvuru yollarının tüketilmiş olduğu ve kabul edilebilir bulunmaları gerektiği kararlaştırılmıştır.
Söz konusu Genel Kurul kararında Anayasa Mahkemesi somut olayda derece mahkemesinin 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında başvurucuya üç gün süren haksız gözaltı tedbirinin gereği olarak 500 TL manevi tazminat ödenmesine hükmettiğini tespit etmiştir. AYM bu başvuruda yalnızca bu miktarın yeterli olup olmadığını incelemiştir. Neticede söz konusu rakam AYM’nin benzer durumlarda ödenmesini kararlaştırdığı tazminat miktarına göre oldukça düşük bulunmuştur. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarıyla aynı olması gerekmemekle birlikte manevi tazminat miktarının somut olayın koşullarında tazminat hakkının özünü zayıflatacak kadar düşük olmaması gerektiği vurgulanmıştır.
Öte yandan başvurucunun beraat ettiği davada avukatına ödediği vekâlet ücretinin maddi tazminat kapsamında karşılanması gerektiği yönündeki şikayetine ilişkin olarak da ilgili kararda tespitlere yer verilmiştir. Somut olayda derece mahkemesi vekâlet ücretine yönelik maddi tazminat talebini beraat kararı ile birlikte başvurucu lehine maktu vekâlet ücretine hükmedildiği gerekçesiyle reddetmiştir. Anayasa Mahkemesi ise 1136 sayılı Kanun’un 164. maddesinin beşinci fıkrasının birinci cümlesinde, dava sonunda kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücretinin avukata ait olduğunu, Anayasa Mahkemesinin anılan hükmün iptali talebiyle açılan davada verdiği 10/4/2019 tarihli ve E.2017/154, K.2019/18 sayılı kararında da ifade ettiği üzere anılan hüküm emredici değil tamamlayıcı nitelikte bir hukuk kuralı olduğundan kişilerin özgür iradeleriyle düzenleyecekleri avukatlık sözleşmelerinde ücreti kararlaştırırken dava sonunda karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücretinin avukatlık ücretine dâhil edilip edilmeyeceği hususunu gözeterek düzenleme yapmalarının mümkün olduğunu belirtmiştir. AYM’ye göre bu vekâlet ücreti hukuki yardım alanla avukat arasındaki vekâlet ücretine ilişkin sözleşmede aksi kararlaştırılmadığı sürece avukata aittir. Dolayısıyla beraat ettiği davada başvurucular lehine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi başvurucuların maddi zararının karşılandığı anlamına gelmeyebilir. Bu noktada derece mahkemelerinin söz konusu tazminat davalarında başvurucu ile avukatı arasındaki vekâlet sözleşmesinde ücreti kararlaştırırken maktu vekâlet ücretini avukatlık ücretine dâhil edip etmediklerini araştırmaları gerektiğine hükmedilmiştir.
Son olarak Gülseren Çıtak [GK] kararında, Anayasa Mahkemesinin hukuka aykırı yakalama, gözaltı ve tutuklamanın karşılığı olarak derece mahkemelerince hükmedilen tazminatı yetersiz bulması ve dolayısıyla Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar vermesi hâlinde ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapacak mahkemenin Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarını dikkate alarak yeni bir tazminat miktarı belirlemesi gerektiği vurgulanmıştır.
İlgili Kararlar
♦ (M.E., B. No: 2018/696, 9/5/2019)
♦ (U.Ç., B. No: 2018/17068, 7/11/2019)
♦ (M.Ş.T., B. No: 2018/17073, 26/2/2020)
♦ (Hicret Aksoy, B. No: 2021/2107, 13/4/2022)
♦ (Derya Yılmaz, B. No: 2018/36169, 10/5/2022)
♦ (Mehmet Polat, B. No: 2020/602, 17/11/2022)
♦ (Yavuz Yakışkan, B. No: 2020/28007, 13/4/2023)
♦ (Gülseren Çıtak [GK], B. No: 2020/1554, 27/4/2023)
♦ (Mehmet Türker [GK], B. No: 2021/14222, 21/12/2023)
♦ (Siyami Hıdıroğlu [GK], B. No: 2018/11489, 11/1/2024)
♦ (Yalçın Düzgün [GK], B. No: 2021/23140, 29/5/2024)
♦ (İlhan Koyu, B. No: 2021/23716, 18/7/2024)
♦ (Şivan Tekin, B. No: 2022/55507, 3/10/2024)
İdari Gözetim Altına Alınmanın/Tutulmanın Hukuki Olmaması
İdari gözetim altına alma yetkisi Anayasa’nın 19. maddesi ile kabul edilmiş istisnai bir yetkidir. Buna göre bir yabancının sınır dışı edilmesi veya geri verilmesi kararının yürütülmesi sürecinde şekil ve şartları kanunla gösterilen usule uygun olarak kişinin yakalanması veya tutulması mümkündür. Bu gibi durumlarda bir kişinin suç işlemesinin veya kaçmasının önlenmesi gibi gerekçelere ihtiyaç bulunmaksızın sadece bu işlemlerin yürütülmesi sürecine dayanılarak idari gözetim tedbiri uygulanmasına karar verilebilir. Ancak Anayasa’nın 19. maddesi uyarınca sınır dışı etme veya iade işlemleri “gerekli özen” içinde yürütülmez ise kişi özgürlüğünden, mahrumiyetin meşruiyetinden artık söz edilemez.
İdari gözetim istisnai bir yol olduğu ve kişiyi özgürlüğünden yoksun bırakma sonucunu doğurduğu için idari gözetimin hukuka uygun olması ve keyfî muamele teşkil etmemesi gerekmektedir. Bu tedbirin demokratik hukuk devletinin gerekli ve makul kıldığı ölçüde denetlenebilmesi, koşullarının genel kabul görmüş standartlara uygun olması, küçültücü, aşağılayıcı ve insanlık dışı muamele teşkil etmemesi, idari gözetim altında tutulanlara usule ilişkin temel hakların ve güvencelerin sağlanması gerekir. Anılan Anayasa ve Sözleşme hükümleri, esas olarak kişinin özgürlüğünün kısıtlanması sonucunu doğuracak bazı hâllerde bu sınırlamanın şekil ve şartlarının kanunla gösterilmesini isteyerek kişi özgürlüğü açısından daha güvenceli bir hukuki durum ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Anayasa’nın 19. maddesinin gereklerini karşılamak adına yapılacak yasal düzenlemenin sınır dışı amacıyla tutma kararı verme işleminin koşulları, süresi, sürenin uzatılması, ilgiliye bildirilmesi, idari gözetim kararına karşı başvuru yolları, idari gözetim altına alınan kişinin avukata erişimi, tercüman yardımından yararlanması gibi usul güvencelerini açık bir şekilde ortaya koyması gerekmektedir. Aksi takdirde kişilerin maruz kaldığı özgürlükten yoksunluğun keyfîliğe karşı yeterince korunduğundan ve hukuki olduğundan söz edilemez.
İlgili Kararlar
♦ (K.A. [GK], B. No: 2014/13044, 11/11/2015)
♦ (F.K. ve diğerleri, B. No: 2013/8735, 17/2/2016)
♦ (A.S., B. No: 2014/2841, 9/6/2016)
♦ (I.S. ve diğerleri, B. No: 2014/15824, 22/9/2016)
♦ (B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017)
♦ (Abdulkadir Yapuquan [GK], B. No: 2016/35009, 2/5/2019)
Mahkûmiyet Kararına Bağlı Olarak Hürriyetten Yoksun Bırakılma
Kişilerin fiziksel hürriyetlerini güvence altına alan Anayasa'nın 19. maddesinin, kişi hürriyetinin kısıtlanmasına imkân tanığı durumlardan biri de maddenin ikinci fıkrasında "Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi" olarak belirlenmiştir. Bu nedenle yargı organlarınca verilecek mahkûmiyet kararları kapsamında hapis cezasının veya güvenlik tedbirlerinin infaz edilmesi kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal etmez.
Mahkemelerce verilmiş mahkûmiyet kararlarının yerine getirilmesi dolayısıyla ortaya çıkan özgürlükten yoksun bırakma hâlleri, Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrası kapsamına dâhil ise de anılan kural, mahkûmiyet kararının değil tutmanın hukuka uygun olmasını güvence altına almaktadır. Dolayısıyla bu güvence kapsamında, kişi hakkında hükmedilen hapis cezasının yerindeliği veya orantılılığı incelemeye tabi tutulamaz.
Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen "Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi" ile bağlantılı bir ihlal iddiası söz konusu ise Anayasa Mahkemesinin görevi kişinin hürriyetten yoksun bırakılmasının kısmen ya da tamamen bu koşullarda gerçekleşip gerçekleşmediğini tespit etmekle sınırlıdır. Bir kimse Anayasa'da yer alan diğer sebepler (yakalama, gözaltı ve tutuklama gibi) dışında ancak "Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi" kapsamında hürriyetinden yoksun bırakılabilir. Eğer tutmanın kısmen veya tamamen bu koşulları taşımadığı tespit edilirse bu durumun meşru bir amacının olduğundan veya ölçülü olduğundan söz edilemez ve doğrudan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ihlal edilmiş olur.
Örnek olarak Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrası bir hükümlünün koşullu salıvermeden otomatik olarak yararlandırılmasını güvence altına almamaktadır. Ancak koşullu salıvermeden yararlanmak için kanunda öngörülen tüm şartları taşıyan hükümlüler bakımından ilgili yargı organlarının takdir yetkisinin bulunmadığı (belli bir sürenin çekilmiş olduğu) durumlarda koşullu salıverme hükümlerinin uygulanmaması, kişilerin keyfî olarak hürriyetlerinden yoksun bırakılmalarını yasaklayan Anayasa'nın 19. maddesi ile bağdaşmayacaktır.
İlgili Kararlar
♦ (Hasan Baki Gülcan, B. No: 2013/760, 12/3/2015)
♦ (Ercan Bucak (2), B. No: 2014/11651, 16/2/2017)
♦ (Hasan Gülbahar, B. No: 2014/17112, 30/10/2018)
Suç İsnadına Bağlı Gözaltı ve Yakalamanın Hukukiliği
Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 19. maddesi kapsamında hürriyetten yoksun bırakma kavramını tanımlamıştır. Buna göre hürriyetten yoksun bırakma, bir kimsenin kısıtlı bir alanda ihmal edilemeyecek bir süre için tutulması ve bu kişinin söz konusu tutmaya rıza göstermemiş olması şeklinde ifade edilebilecek iki unsuru içermektedir.
Anayasa'nın 19. Maddesinin birinci fıkrasında geçen hürriyet sözcüğü, özgürlük ve bağımsızlığın yanı sıra serbestlik anlamına da gelmektedir. Bu anlamda kişi hürriyetine yönelik bir müdahalenin bulunduğunun söylenebilmesi için kişinin hareket serbestisinin maddi olarak sınırlandırılmış olması gerekir. Buradaki hareket serbestisine yönelik kısıtlama, Anayasa'nın 23. maddesinde güvence altına alınan seyahat hürriyetine yönelik bir müdahaleye göre çok daha yoğundur. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale için kişi, rızası olmaksızın en azından rahatsızlık verecek uzunlukta bir süre boyunca belirli bir yerde fiziki olarak tutulmalıdır.
Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları bir bütün olarak değerlendirildiğinde suç isnadına bağlı olarak bir kimsenin kamu makamlarınca özgürlüğünden yoksun bırakılmasının tutuklama veya yakalama yolu ile gerçekleştirilebileceği anlaşılmaktadır. Anılan fıkralarda sözü edilen yakalama kavramı özerk bir anlama sahip olup 5271 sayılı Kanun'da düzenlenen yakalama müessesinden daha geniş bir içeriğe sahiptir. Anayasal anlamda suç isnadına bağlı yakalama, kişinin fiziksel özgürlüğünden yoksun bırakıldığı andan tutuklandığı veya tutuklanmaksızın serbest bırakıldığı ana kadar devam eden tüm süreci kapsamaktadır. Bu bağlamda Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenen yakalama kurumunun 5271 sayılı Kanun'daki gözaltını da kapsadığı söylenebilir.
Yakalama suretiyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale -temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin ölçütlerin belirlendiği Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe- Anayasa'nın 19. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve yakalama tedbirinin niteliğine uygun düşen kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
Bu açıdan öncelikle birbirleriyle uyumlu olan Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri uyarınca kişi hürriyetine ilişkin müdahale olarak yakalamanın kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur.
Suç isnadına bağlı olarak uygulanan yakalamanın mahiyeti ve tutuklamadan önce uygulanan bir tedbir olması, bu tedbirin uygulanabilmesi için suç işlendiğine dair belirtinin varlığını zorunlu kılmaktadır. Bununla birlikte kamu makamlarının yakalama tedbirini uygulama hususundaki takdirinin daha geniş olduğunun, bu nedenle yakalama yapılabilmesi için gerekli olan şüphenin derecesinin tutuklamadakine nazaran daha hafif olduğunun kabulü gerekir.
Suç isnadına bağlı yakalamanın hangi sebeplere dayalı olarak yapılabileceği hususunda Anayasa'nın 19. maddesinde veya diğer maddelerinde açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Fakat bu nitelikteki yakalamanın ancak suç isnadına bağlı olarak uygulanabileceği gerçeği gözetildiğinde bunun meşru amacının soruşturma işlemlerinin yürütülmesini ve nihayetinde suç işlediğinden şüphelenilen kişinin yetkili hâkimin önüne çıkarılmasını temin etmek olduğu anlaşılmaktadır. Şu durumda suç işlendiğine dair somut belirti bulunan hâllerde kişinin hâkim önüne çıkarılmasını ve soruşturma işlemlerinin yürütülmesini temin etmek amacıyla yakalanması mümkündür. Ayrıca suç isnadına bağlı olarak yakalanan kişinin hâkim önüne çıkarılmadan serbest bırakılması tek başına yakalama işlemini Anayasa'ya aykırı hâle getirmez.
Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesinde "Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir" hükmüne yer verilmiştir. Buna göre yakalama kararı kural olarak hâkim kararına dayalı olmalıdır. Ancak suçüstü hâlinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde kanunda gösterilen şartlara uygun olarak kişinin hâkim kararı olmadan da yakalanması mümkündür. Kanuni temeli bulunan ve meşru bir amaca dayanan yakalama tedbirinin Anayasa'ya uygun düşebilmesi için ayrıca ölçülü de olması gerekir.
Her somut olayda yakalamanın meşru bir amaca dayanıp dayanmadığının ve ölçülü olup olmadığının takdiri öncelikle anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine kıyasla daha iyi konumdadır. Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki denetimi, somut olayın koşulları dikkate alınarak yapılmalıdır.
İlgili Kararlar
♦ (Mehmet Baydan [GK], B. No: 2014/16308, 12/4/2018)
♦ (Şenel Çelik, B. No: 2019/16560, 18/1/2022)
♦ (Hicret Aksoy, B. No: 2021/2107, 13/4/2022)
Mahkûmiyet Kararının Gerekçesinin Yasal Süre İçinde Dava Dosyasına Konulmaması Nedeniyle Tahliye Talebi Hakkında Karar Verilmemesi
Mahkûmiyete bağlı tutma esnasında da anayasal güvenceler bulunmaktadır. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında yer alan “Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir” kuralı gereğince özgürlükten yoksun bırakmanın “kanuni” olup olmadığının “kısa sürede” incelenmesi gerekir. Anayasa'nın bu hükmü uyarınca hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir. Fıkrada kısıtlama sebebi bakımından bir ayrım yapılmadığından, başvuru hakkı kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeniyle özgürlüğünden yoksun bırakılma ile sınırlı değildir. Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen özgürlükten yoksun bırakılma hallerinde de bu güvence geçerlidir.
Bu çerçevede hukuka aykırı olarak hükümle birlikte tutuklanma sonrasında davanın esasına ilişkin gerekçeli kararın geç yazılması nedeniyle tahliye taleplerinin incelenememesi kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlaline sebep olabilmektedir.
Ancak bu konuda Anayasa Mahkemesinin Ç.Ö. [GK], B. No: 2014/5927, 19/7/2018 kararına da bakılmalıdır. Bu karar ile Anayasa’nın 19/8 hükmü ile sağlanan güvencelerin tahliye talebinin yalnızca mâhkumiyete bağlı tutmanın koşullarına ilişkin olması durumunda söz konusu olabileceği; mahkûmiyete bağlı olarak hürriyetinden yoksun bırakılan kişilerin, mevcut tutulma niteliği ile bağdaşmayacak şekilde, suç isnadına bağlı olarak tutulmaya ilişkin koşulların bulunmadığına yönelik başvuruları bakımından söz konusu Anayasa hükmündeki güvencelerden yararlanamayacağı tespit edilmiştir. Bu genel durumun yanı sıra mahkûmiyet hükmüyle ilgili olarak tutulmaya devam edilmeyi hukuka aykırı hâle getirecek yeni bir meselenin (mahkûmiyete konu olan eylemin suç olmaktan çıkarılması, bir cezasızlık hâlinin bulunduğunun anlaşılması, mahkûmiyet hükmünü geçersiz kılan bir kanun değişikliği yapılması gibi) ortaya çıktığı belirtilerek serbest bırakılmak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurulduğunda Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası kapsamındaki güvencelerin tatbiki söz konusu olabilecektir.
İlgili Kararlar
♦ (Mehmet İlker Başbuğ, B. No: 2014/912, 6/3/2014)
♦ (Yalçın Küçük [GK], B. No: 2014/3233, 1/6/2016)
♦ (Mehmet Deniz Yıldırım [GK], B. No: 2014/1481, 1/6/2016)
♦ (Ç.Ö. [GK], B. No: 2014/5927, 19/7/2018) (Kabul edilmezlik kararı)
Mahkumiyete Bağlı Tutmanın Anayasal Anlamda Bir Mahkeme Kararına Dayanmaması (Ay. Md. 19/2'nin İhlali)
Kişinin Anayasa ve Sözleşme’de güvence altına alınan özgürlüğünden yoksun bırakılabilmesi hallerinden biri de yetkili bir mahkemenin mahkûmiyet kararına dayalı olarak ve hukuka uygun bir şekilde tutulmasıdır. Bu doğrultuda, cezai veya disiplin tedbiri sonucu her türlü hürriyetten mahrum bırakma halleri de Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı ve dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi kapsamındadır. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, özgürlük ve güvenlik hakkı güvence altına alınmıştır. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise şekil ve şartları kanunda gösterilen belirli haller dışında, kişilerin başka bir nedenle özgürlüğünden yoksun bırakılması yasaklanmıştır. Anılan ikinci fıkradaki sınırlama nedenlerinden biri de mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi halidir.
Örnek olarak AİHM ve AYM içtihatlarına göre oda hapsi disiplin cezası hürriyetten yoksun bırakan bir yaptırım olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla hürriyetten yoksun bırakma işleminin bir yargı kararının sonucu olması gerekir ve bunun gerekli yetkiye sahip, yürütmeden bağımsız ve uygun yargı teminatlarını sunan yetkili mahkeme tarafından verilmesi gerekir.
Oda hapsi cezası, askeri hayatın kendine özgü yapısı gereği kabul edilmiş bir disiplin cezasıdır. Bu ceza disiplin amiri tarafından verilir ve bu amaçla tahsis edilecek hapis odasında yerine getirilir. Oda hapsi cezası alan personel, cezanın yerine getirilmesi süresince emir veremez ve genel hizmet yapamaz. Bu bakımdan oda hapsi, sonuçları itibarıyla kişi özgürlüğünü kısıtlayan bir yaptırımdır. Bu itibarla yetkili bir mahkeme tarafından verilmeyen oda hapsi cezaları kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrası bağlamında ihlal etmektedir.
İlgili Kararlar
♦ (Hasan Baki Gülcan, B. No: 2013/760, 12/3/2015)
♦ (Yusuf Karabaş, B. No: 2013/1615, 15/4/2015)
♦ (F.H.H., B. No: 2013/1419, 15/4/2015)
Tutukluluk İncelemelerinin Duruşmasız ve/veya Makul Olmayan Aralıklarla Yapılması
Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir. Anayasa’da yer alan bu usulde adil yargılanma hakkının bütün güvencelerini sağlamak mümkün değil ise de, tutmanın koşullarına uygun somut güvencelerin yargısal nitelikli bir kararla sağlanması gerekir. Her incelemede veya incelemenin her aşamasında duruşma yapılması yargı sistemini işlemez hale getirebilir. Bu nedenle Anayasa'da öngörülen inceleme usulüne ilişkin güvenceler, duruşma yapmayı gerektirecek özel bir durum olmadığı sürece tutukluluğa karşı yapılacak itirazlar için her durumda duruşma yapılmasını gerektirmez.
Bununla birlikte özgürlüğünden yoksun bırakılan kişinin tutulma halinin devam edip etmeyeceğine ilişkin incelemenin, çelişmeli yargılama ilkesine uygun olarak ve kişinin dinlenilmesi suretiyle makul aralıklarla yapılması gerekir. Bu doğrultuda hürriyetinden yoksun bırakılan kimsenin bu duruma ilişkin şikâyetlerini, tutuklanmasına dayanak olan delillerin içeriğine veya nitelendirilmesine yönelik iddialarını, lehine ve aleyhine olan görüş ve değerlendirmelere karşı beyanlarını hâkim/mahkeme önünde sözlü olarak dile getirebilme imkânına sahip olması tutukluluğa itirazını çok daha etkili bir şekilde yapmasını sağlar. Bu nedenle kişi, bu haktan düzenli bir şekilde yararlanarak makul aralıklarla dinlenilmeyi talep edebilmelidir.
İlgili Kararlar
♦ (Mehmet Halim Oral, B. No: 2012/1221, 16/10/2014)
♦ (Ferit Çelik, B. No: 2012/1220, 10/12/2014)
♦ (Ulaş Kaya ve Adnan Ataman, B. No: 2013/4128, 18/11/2015)
♦ (Erdal Tercan [GK], B. No: 2016/15637, 12/4/2018)
♦ (Mehmet Ölmez, B. No: 2014/19800, 10/1/2019)
♦ (M.S., B. No: 2020/15221, 5/10/2023)
♦ (Önder Çetin, B. No: 2020/35096, 14/12/2023)
♦ (Abdulaziz Kandemir, B. No: 2021/7611, 24/1/2024)
♦ (İlyas Başak (2), B. No: 2022/64253, 6/6/2024)
♦ (Ünver Karagülmez (2), B. No: 2021/47525, 12/6/2024)
Tutukluğun Devamı Kararlarında Milletvekili Sıfatının Dikkate Alınmaması
Tutuklama tedbirine, kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir.
Anayasa’nın 67. maddesi seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarını güvenceye almaktadır. 67. maddenin birinci fıkrasına göre, “Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir”. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkını da kapsar.
Seçilme hakkı sadece seçimlerde aday olma hakkını değil, aynı zamanda seçildikten sonra milletvekili olarak parlamentoda bulunma hakkını da ihtiva etmektedir. Bu da hiç kuşkusuz, kişinin seçildikten sonra milletvekili sıfatıyla temsil yetkisini fiilen kullanabilmesini gerektirir. Bu bağlamda seçilmiş milletvekilinin yasama faaliyetine katılmasına yönelik müdahale, sadece onun seçilme hakkına değil, aynı zamanda seçmenlerinin serbest iradelerini açıklama hakkına da yönelik bir müdahale teşkil edebilir.
Anayasa’nın 83. maddesi, milletvekillerinin hiç bir baskı ve tehdit altında kalmadan serbestçe yasama faaliyetlerini yürütebilmelerini temin etmek için yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı kurumlarına yer vermiştir. Bu bağlamda milletvekillerine yasama faaliyetleri sırasındaki oy ve sözleri nedeniyle mutlak bir sorumsuzluk tanınmıştır. Ayrıca milletvekillerinin işledikleri iddia edilen suçlar nedeniyle tutulma, tutuklanma, sorgulanma ve yargılanmaya karşı, yasama faaliyetlerine aksatmadan katılmalarını temin etmek maksadıyla dokunulmazlık yoluyla koruma altına alınmışlardır.
Bununla birlikte Anayasa’nın 83. maddesinde yasama dokunulmazlığına bazı istisna ve sınırlamalar getirilmiştir. Buna göre dokunulmazlık kural olarak milletvekilliği süresiyle sınırlıdır. Yine bu süre içerisinde, seçimden önce veya sonra herhangi bir suç işlediği iddiasıyla bir milletvekilinin dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılabilmesi mümkündür. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ile seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesindeki durumlar ise dokunulmazlık kapsamı dışında tutulmuştur.
Anayasa’nın 83. maddesinde 14. maddeye atıfla getirilen istisna, Anayasa’nın 67. maddesindeki seçilme hakkı da dikkate alındığında dar ve özgürlük lehine yorumlanmalıdır. Bu nedenle tutukluluğunun devamı hakkında karar verilen kişi milletvekili olduğu takdirde, çatışan değerlere bir yenisi eklenmekte ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanında, seçilmiş milletvekilinin tutuklu olması nedeniyle yasama faaliyetine katılamaması sonucu mahrum kalınan kamu yararının da dikkate alınması gerekmektedir. Bu çerçevede mahkemelerin milletvekili seçilen kişilerin tutukluluğunun devamına karar verirken hem kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından hem de seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan korunacak bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir. Bunun sonucu olarak makul sürenin aşılıp aşılmadığı incelenirken, başvurucunun milletvekili seçilmesiyle birlikte ileri sürmüş olduğu iddiaların tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğine de bakılmalıdır.
İlgili Kararlar
♦ (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013)
♦ (Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013)
♦ (Gülser Yıldırım, B. No: 2013/9894, 2/1/2014)
♦ (Faysal Sarıyıldız, B. No: 2014/9, 3/1/2014)
♦ (Kemal Aktaş ve Selma Irmak, B. No: 2014/85, 3/1/2014)
♦ (Selahattin Demirtaş (3), B. No: 2017/38610, 9/6/2020)
Yakalama Sonrasında Gözaltı İşlemi Uygulanmadığından Bahisle Tazminat Taleplerinin Reddedilmesi
Kanun koyucu Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki güvencenin ötesine geçerek maddenin ilk sekiz fıkrasındaki güvencelere aykırı olmayan müdahalelerde bile kişinin beraat etmesi veya kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi durumunda tazminat ödenmesini güvenceye bağlamıştır. 5271 sayılı Kanun'da yer verilen söz konusu tazminat hükmünün Anayasa'nın 19. maddesi kapsamında koruma altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik olarak getirilmiş bir güvence olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Bu nedenle Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde yer verilen tazminat davalarında uygulanabilir olduğu açıktır.
5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen kişilerin maddi ve manevi zararlarını devletten isteyebilecekleri hükme bağlanmıştır. 5271 sayılı Kanun'da suç isnadına bağlı tutulmanın tutuklama safhasından önceki kısmı yakalama ve gözaltı şeklinde ikiye ayrılmış ise de tazminat ödenmesini düzenleyen söz konusu bentte herhangi bir ayrım yapılmaksızın, yakalandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen kişilerin maddi ve manevi zararlarının devlet tarafından karşılanması öngörülmektedir. Kanun'un anılan hükmü yoruma ihtiyaç duymayacak açıklıkta düzenlenmiştir. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin yerleşik içtihadına göre de 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca devletin tazminat ödeme yükümlülüğünün doğabilmesi için kişinin bir suç isnadı kapsamında yakalanmış olması yeterli olup anılan Kanun'un 91. ve devamı maddeleri uyarınca gözaltına alınmış olması zorunluluğu da bulunmamaktadır.
Bu itibarla yoruma imkân vermeyecek ölçüde açık olan kanun hükmünün yerleşik Yargıtay içtihadına aykırı olarak ve öngörülemez biçimde yorumlanmak suretiyle salt yakalama sonrasında gözaltı işlemi uygulanmadığından bahisle tazminat taleplerinin reddedilmesi Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası yönünden hak ihlallerine sebep olabilmektedir.
İlgili Kararlar
♦ (Hasan Akboğa [GK], B. No: 2016/10380, 27/3/2019)
♦ (Mehmet Yalçın, B. No: 2016/9534, 26/9/2019)
♦ (Mehmet Duran, B. No: 2016/9472, 23/10/2019)
♦ (Şakir Tekin, B. No: 2016/9531, 27/11/2019)
♦ (Ali Turan, B. No: 2016/11516, 28/11/2019)
♦ (Şenel Çelik, B. No: 2019/16560, 18/1/2022)
♦ (Fesih Narman ve Selahattin Narman, B. No: 2021/39196, 12/6/2024)
Tutuklamanın Hukuki Olmaması (Ay. Md. 19/3'ün ihlali)
Anayasa’nın 19. maddesi uyarınca bir kişinin tutuklanabilmesi, öncelikli olarak suç işlediği hususunda "kuvvetli belirti" bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur.
Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, tutuklama kararının kaçma ya da delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önleme amacıyla verilebileceği belirtilmiştir. 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesine göre şüpheli ya da sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması, şüpheli ya da sanığın davranışlarının delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur ya da başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturması hâllerinde tutuklama kararı verilebilecektir. Maddede ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması şartıyla tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlara ilişkin bir listeye yer verilmiştir. Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda dikkate alınacak hususlardan biri tutuklama tedbirinin isnat edilen suçun önemi ve uygulanacak yaptırımın ağırlığı karşısında ölçülü olmasıdır.
Her somut olayda tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine kıyasla daha iyi konumdadır. Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki denetimi, somut olayın koşulları dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin süreç ve tutuklama kararının gerekçeleri üzerinden yapılmalıdır.
Son olarak şüpheli veya sanığa isnat edilen eylemlerin ifade, basın ve sendika özgürlükleri ile siyasi faaliyette bulunma hakkı gibi demokratik toplum düzeni bakımından vazgeçilmez temel hak ve özgürlükler kapsamında olduğu hususunda ciddi iddiaların bulunduğu veya bu durumun somut olayın koşullarından anlaşılabildiği hâllerde tutuklamaya karar veren yargı mercilerinin kuvvetli suç şüphesini belirlerken daha özenli davranmaları gerektiği vurgulanmalıdır. Buradaki özen yükümlülüğüne riayet edilip edilmediği Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir.
İlgili Kararlar
♦ (Burak Döner, B. No: 2012/521, 2/7/2013)
♦ (Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016)
♦ (Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018)
♦ (Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018)
♦ (Meral Danış Beştaş (2), B. No: 2017/5845, 4/7/2018)
♦ (Ahmet Kadri Gürsel [GK], B. No: 2016/50978, 2/5/2019)
♦ (İlker Deniz Yücel, B. No: 2017/16589, 28/5/2019)
♦ (Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019)
♦ (Abdullah Kılıç, B. No: 2016/25356, 8/1/2020)
♦ (Zafer Özer, B. No: 2016/65239, 9/1/2020)
♦ (Eren Erdem, B. No: 2019/9120, 9/6/2020)
♦ (A.C., B. No: 2016/64868, 27/2/2020)
♦ (Yiğit Aksakoğlu, B. No: 2019/7132, 3/12/2020)
♦ (İhsan Yalçın, B. No: 2017/8171, 9/3/2020)
♦ (Hakan Aygün, B. No: 2020/13412, 12/1/2021)
♦ (Erdi Orman, B. No: 2017/24079, 11/2/2021)
♦ (Yahya Karslı, B. No: 2017/34534, 26/5/2021)
♦ (Samira Alakbarova, B. No: 2018/19302, 22/2/2022)
♦ (Sultan Kaya, B. No: 2020/29355, 15/3/2022)
♦ (Derya Yılmaz, B. No: 2018/36169, 10/5/2022)
♦ (Can Memiş, B. No: 2021/29767, 13/12/2023)
♦ (E.E.T., B. No: 2021/35038, 11/7/2024)
Anayasa'nın 14. Maddesindeki Durumlara İstinaden Milletvekili Tutukluluğunun Kanuni Dayanaktan Yoksun Olması
Anayasa'nın 83. maddesinde hükme bağlanmış olan yasama dokunulmazlığı, parlamento üyelerinin zamansız ceza kovuşturmaları ile yasama çalışmalarından alıkonulmasının önüne geçmeyi amaçlayan ve milletvekilliğinin sona ermesi ile birlikte kendiliğinden yitirilen geçici bir güvence olarak kabul edilmiştir. Yasama dokunulmazlığı ile ilgili kuralların varlığı her şeyden önce temsilî demokrasi ilkesini koruma ihtiyacına dayanmaktadır. Bu türden bir dokunulmazlık, özellikle Mecliste azınlıkta kalan ve muhalif milletvekillerinin halkın seçilmiş temsilcileri olarak gereksiz müdahale kaygısı taşımaksızın demokratik işlevlerini fiilen yerine getirebilmelerini sağlar.
Bununla birlikte Anayasa'da, yasama dokunulmazlıkları mutlak olarak düzenlenmemiş; Anayasa'nın 83. maddesinde yasama dokunulmazlığına bazı istisna ve sınırlamalar getirilmiştir. Buna göre dokunulmazlık kural olarak milletvekilliği süresiyle sınırlıdır. Yine bu süre içinde seçimden önce veya sonra herhangi bir suç işlediği iddiasıyla bir milletvekilinin dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılabilmesi mümkündür. Öte yandan ağır cezayı gerektiren suçüstü hâlinin bulunması durumu yasama dokunulmazlığının istisnalarından biridir. Son olarak seçimden önce soruşturmasına başlanmış olmak kaydıyla Anayasa'nın 14. maddesindeki durumlar da dokunulmazlık kapsamı dışında tutulmuştur. Anayasa'nın 14. maddesinin birinci fıkrasında, Anayasa'da yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirinin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet'i ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamayacağı ifade edilmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında da Anayasa hükümlerinden hiçbirinin devlete veya kişilere Anayasa ile tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini ya da Anayasa'da belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamayacağı düzenlenmiştir.
Bununla birlikte Anayasa'da -veya ilgili kanunlarda- Anayasa'nın 14. maddesi kapsamında olup bu itibarla -seçimden önce soruşturmasına başlanmış olması kaydıyla- yasama dokunulmazlığının istisnasını oluşturan suçların neler olduğuna yönelik bir düzenlemeye yer verilmemiş; yalnızca maddenin son fıkrasında, ilk iki fıkrada yer alan hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyidelerin kanunla düzenleneceği belirtilmiştir. Dolayısıyla anayasa koyucu Anayasa'nın 83. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Anayasa'nın 14. maddesindeki durumlar" ibaresi kapsamındaki suçların neler olduğunu açıkça belirlememiş, kanun koyucu da söz konusu suçları belirleyen bir kanuni düzenleme yapma yoluna gitmemiştir. Bu nedenle de derece mahkemeleri yargılamaya konu edilen suçun Anayasa'nın 14. maddesi kapsamına giren bir suç olup olmadığını kanun koyucu tarafından çıkarılmış bulunan bir kanun metnini yorumlayıp uygulayarak değil doğrudan Anayasa hükmünü yorumlayıp uygulayarak belirlemektedir. O hâlde derece mahkemelerinin Anayasa'nın 14. maddesine ilişkin olarak yaptığı yorumun öngörülebilirliği ve belirliliği ifade eden kanunilik ölçütüne uygun olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir.
Anayasa Mahkemesi Ömer Faruk Gergerlioğlu [GK], B. No: 2019/10634, 1/7/2021 kararında; Anayasa'nın 14. maddesinin birinci fıkrasının metninin Anayasa'nın 83. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Anayasa'nın 14 üncü maddesindeki durumlar" ibaresini, dolayısıyla da Anayasa'nın 14. maddesinin birinci fıkrası kapsamına girmesi nedeniyle yasama dokunulmazlığı dışında bırakılan suçları salt yargı organlarının kararlarıyla anlamlı bir şekilde belirlemeye ve böylece belirlilik ve öngörülebilirliği sağlayacak şekilde yorumlamaya elverişli olmadığını ifade etmiştir.
Bu itibarla Anayasa'nın 14. maddesindeki durumların kapsamını ortaya koyan yasama dokunulmazlığının güvencelerini sağlayacak öngörülebilirlikte anayasal veya kanuni kuralların bulunmaması karşısında, Anayasa'nın 14. maddesinin üçüncü fıkrasından ve Anayasa'nın seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkını düzenleyen 67. maddesinin üçüncü fıkrası hükümlerinden hareketle Anayasa'nın 83. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Anayasa'nın 14 üncü maddesindeki durumlar" ibaresinin kapsamına hangi suçların girdiği konusunda kanun koyucunun düzenlemesi dışında yargı organlarınca yapılan yorumlarla belirlilik ve öngörülebilirliği sağlamanın mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
İlgili Kararlar
Tutukluluğun Kanuni veya Makul Sürede Sonlandırılmaması (Ay. Md. 19/7’nin ihlali)
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.
Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir. Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konması gerekir.
Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla, kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarında bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir.
Her ne kadar bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk hâlinin makul kabul edilmesi gerekse de özellikle belli bir süre geçtikten sonra tutuklamanın devamına karar verilirken davanın genel durumu yanında tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur.
Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk hâlinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla tutukluluk hâli devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür.
Tutuklama tedbirine kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunması durumunda ve bu kişilerin kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin devam ettiğinin gerekçeleriyle gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir.
Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda gözaltına alındığı tarih; doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hükmün verildiği tarihtir.
Tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin olarak verilen kararlarda davanın genel durumu yanında tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi yukarıda ifade edildiği üzere bir zorunluluktur. Özellikle kişi hakkında uygulanan tutuklama tedbirine dayanak olan suçlamaların ifade özgürlüğü, siyasi faaliyette bulunma hakkı ve sendika hakkı gibi temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı eylemler nedeniyle yöneltilmesi durumunda, tedbirin ölçülü olup olmadığı ve gerekçelerin ilgili ve yeterli bulunup bulunmadığı hususları üzerinde hassasiyetle durulması gerekir. Tutukluluk sürelerinin makul olup olmadığı değerlendirilirken söz konusu tedbirin, kişilerin siyasi parti faaliyetleri gibi kamusal yönü de olan faaliyetlerine olumsuz etkileri de dikkate alınmalıdır.
İlgili Kararlar
♦ (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013)
♦ (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013)
♦ (Firas Aslan ve Hebat Aslan, B. No: 2012/1158, 21/11/2013)
♦ (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013)
♦ (Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013)
♦ (Hanefi Avcı, B. No: 2013/2814, 18/6/2014)
♦ (Dursun Çiçek, B. No: 2012/1108, 16/7/2014)
♦ (Mehmet Güneş, B. No: 2014/1268, 17/5/2016)
♦ (İsmail Çifci, B. No: 2014/52, 17/5/2016)
♦ (Bekir Akkaya, B. No: 2014/20387, 14/9/2017)
♦ (Ali Boztepe, B. No: 2014/14643, 30/10/2018)
♦ (Enver Beyaztaş, B. No: 2014/9772, 4/4/2019)
♦ (Selahattin Demirtaş (3), B. No: 2017/38610, 9/6/2020)
Tahliye Talebinde Adli Kontrol Hükümlerinin Dikkate Alınmaması
Tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin olarak verilen kararlarda davanın genel durumu yanında tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur. Özellikle kişi hakkında uygulanan tutuklama tedbirine dayanak olan suçlamaların ifade özgürlüğü, siyasi faaliyette bulunma hakkı ve sendika hakkı gibi temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı eylemler nedeniyle yöneltilmesi durumunda, tedbirin ölçülü olup olmadığı ve gerekçelerin ilgili ve yeterli bulunup bulunmadığı hususları üzerinde hassasiyetle durulması gerekir. Tutukluluk sürelerinin makul olup olmadığı değerlendirilirken söz konusu tedbirin, kişilerin siyasi parti faaliyetleri gibi kamusal yönü de olan faaliyetlerine olumsuz etkileri de dikkate alınmalıdır.
Derece Mahkemelerinin tutukluluğun devamına ilişkin olarak ayrıca kaçma ve delilleri değiştirme tehlikesinden, bu tehlikenin varlığına ilişkin herhangi bir açıklama yapılmaksızın söz ettikleri ve zaman zaman kanunda öngörülen cezanın ağırlığı nedeniyle kaçma riskinin olabileceğini belirttikleri görülmektedir. Oysa kanunda öngörülen cezanın ağırlığı, kaçma riskinin değerlendirilmesi sırasında kabul edilecek bir unsur olmakla birlikte bu unsurun, tek başına tutukluluğu haklı gösterecek yeterlilikte olmadığı açıktır. Kuvvetli suç şüphesinin var olduğu yönündeki gerekçeler ile ilgili olarak ise ilk tutuklama tedbirinin uygulandığı tarihte bu gerekçenin yeterli olduğu söylenebilir ancak tutukluluk süresi uzadıkça tutma için gerekli olan şüphenin seviyesinin de o ölçüde artması gerekir. Bu bağlamda İlk Derece Mahkemeleri ilk tutuklama tedbirinin üzerinden iki yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen başlangıçta var olduğu kabul edilen kuvvetli suç şüphesini doğrulayacak ya da destekleyecek yeni bir unsura değinerek gerekçelendirmelidir.
Bu çerçevede 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı fıkrasında tutuklama yerine öngörülen adli kontrol hükümlerinin 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’la yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 5/7/2012 tarihinden itibaren tutukluğa ilişkin itirazlarda özenle değerlendirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından mevcut adli kontrol tedbirlerinin yeterince dikkate alınmaması ve bu tedbirlerin neden yetersiz kalacağı hususunun gerekçelendirilmemesi sonucu ortaya çıkabilmektedir.
İlgili Kararlar
Tutukluluk İncelemelerinde Müdafi Yardımından Yararlandırılmamış Olma
1/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun’un 16. maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesinin birinci fıkrasının sonuna eklenen “şüpheli veya müdafi dinlenilmek suretiyle” ibaresiyle soruşturma aşamasında tutukluluk incelemesinin huzurda yani duruşma açılmak suretiyle yapılması öngörülmüştür. Bu düzenlemeyle şüpheli veya müdafiinden en azından birinin huzurda veya şüphelinin bulunduğu tutukevinden tutukluluk tedbiri ile ilgili savunmasının alınması yeterli görülmüştür. Ancak bu hükümle şüpheliyle birlikte müdafiin de duruşmada savunma sırasında hazır bulunma hakkının engellenmesi söz konusu değildir. Diğer bir deyişle kanunda yer alan “veya” ibaresi, talep hâlinde şüpheliyle müdafiin birlikte savunma yapma imkânını ortadan kaldırmayacaktır.
Tutukluluk gibi kişi hürriyeti ve güvenliğini kısıtlayan bir tedbir kararının verilmesi ve tedbirin devam edip etmeyeceğine ilişkin tüm duruşmalı incelemelerde, şüphelinin haklarının korunması bakımından bir müdafiin yardımından faydalanması, savunmanın güçlendirilmesi açısından önemli bir unsurdur. Başka bir ifadeyle yasal olarak müdafi yardımının sağlanmasının zorunlu olmadığı durumlarda bu hakkın kullanımının engellenmemesi, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının etkili bir şekilde gerçekleştirilmesinin güvencesini teşkil eder. Şüpheli müdafiinin, tutuklunun tahliye talebine dair savunmasını, şüpheliden daha iyi ve etkili bir şekilde yapabilme bilgi ve yeteneğine sahip olduğu açıktır.
Bu belirlemeler doğrultusunda, tutukluluk incelemesinin şüpheli veya müdafiin huzurda birlikte dinlenilmek suretiyle yapılması zorunlu olmasa dahi talep hâlinde müdafiin şüpheliyle birlikte tutukluluk incelemesi sırasında, savunma ve itirazlarını sunmasının engellenmemesi gerekir.
İlgili Kararlar
♦ (Erdal Korkmaz ve diğerleri, B. No: 2013/2653, 18/11/2015)
Konutu Terk Etmeme Şeklindeki Adli Kontrol Tedbirinin Hukuki Olmaması
Konutu terk etmeme; kişilerin fiziksel özgürlük alanını yalnızca ikamet ettiği konutun içi ile sınırlandıran, elektronik kelepçe takılmak suretiyle infazı söz konusu olabilen ve -kaldırılıncaya kadar- gün boyunca kesintisiz olarak devam ettirilen, uyulmadığında ise şüpheli veya sanık hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasına neden olabilen bir adli kontrol tedbiri niteliğindedir. Anılan tedbirin bu niteliği, uygulanış şekli ve özellikleri itibarıyla hareket serbestisi üzerindeki sınırlayıcı etkisinin derece ve yoğunluk olarak seyahat özgürlüğüne göre oldukça ileri bir boyutta olduğu ve dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale teşkil ettiği sonucuna varmak gerekir. Anayasa Mahkemesi, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 109. maddesinde tutuklamaya alternatif olarak düzenlenmiş adli kontrol türlerinden biri olan konutu terk etmeme tedbirinin hukukiliğinin incelemesinde -tutuklama tedbirinde olduğu üzere- kanun tarafından öngörülme, kuvvetli suç belirtisinin bulunması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebeplerinin mevcut olması ve ölçülülük ilkesine uygunluk kriterleri bakımından bir değerlendirme yapılması gerektiğini kabul etmiştir.
İlgili Kararlar
♦ (Esra Özkan Özakça [GK], B. No: 2017/32052, 8/10/2020)
♦ (Şahin Alpay (3), B. No: 2018/10327, 3/12/2020)
♦ (Ayşe Söğüt, B.No: 2020/10866, 13/1/2021)
♦ (Rafiye Erkol, B.No: 2021/24596, 11/5/2023)
♦ (B.G., B.No: 2020/36865, 21/6/2023)
♦ (İslam Çapraz, B. No: 2021/16746, 28/2/2024)
Adli Kontrol Tedbirine İlişkin Tazminat İmkânının Bulunmaması
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklama kararı, kaçma ya da delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek amacıyla verilebilecektir. Konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri -tutuklamaya alternatif olma niteliği gereği- yalnızca Anayasa'da öngörülen bu amaçlarla verilebilir. Anılan tedbir bilhassa şüpheli veya sanıkların kaçmalarını engellemeye yönelik adli bir önlemdir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 109. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre de tutuklama sebeplerinin varlığı hâlinde kişinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebilir. Dolayısıyla tutuklama sebeplerinin varlığı hâlinde ve ancak tutuklamanın ölçülü olmayacağı hâllerde adli kontrol tedbirine başvurulabilir. Bu bağlamda tutuklama ile adli kontrol arasında ölçülülük bakımından bir fark bulunurken meşru amaç yönünden bir fark bulunmamaktadır.
Bununla birlikte tutuklama sebepleri 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması ya da kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması, şüpheli veya sanığın delilleri yok etme, gizleme veya değiştirmesi, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı girişiminde bulunması hususlarında kuvvetli şüphe oluşması tutuklama nedenleridir. Tutuklamanın anılan meşru amaçları adli kontrol bakımından da geçerlidir.
Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında maddenin önceki fıkralarına aykırı olarak tutulan kişilerin uğradıkları zararların devletçe tazmin edileceği hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasından önce gelen fıkralarından bir veya daha fazlasının ihlal edildiği sonucuna ulaşıldığı durumlarda iç hukukta herhangi bir tazmin mekanizması bulunmaması, Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının da ihlali sonucunu doğuracaktır.
5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddelerinde; hukuka aykırı olarak yakalanan, gözaltına alınan veya tutuklanan kişilerin uğradıkları zararlar için ağır ceza mahkemeleri nezdinde dava açabilecekleri, uğradıkları her türlü maddi ve manevi zararın tazminini isteyebilecekleri hüküm altına alınmıştır. Ancak 5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddelerinde adli kontrol, tazminat talep edilebilecek koruma tedbirleri arasında sayılmamıştır. Yargıtayın da konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinden kaynaklanan tazminat isteminin reddedilmesi gerektiği yönünde kararı bulunmaktadır. Dolayısıyla konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri bakımından etkili bir tazminat imkânının bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
İlgili Kararlar
Tutukluluğun Devamı Kararlarının Tebliğ Edilmemesi Nedeniyle Başvuru İmkânlarından Yararlandırılmama
Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasından kaynaklanan temel güvencelerden biri de tutukluluğa karşı itiraz öncesinde ve bu itirazın hâkim/mahkeme önünde incelenmesi aşamasında hürriyetinden yoksun bırakılan kimseye tutmaya karşı itirazlarını etkin bir şekilde dile getirebilme ve bu bağlamda savunma için gerekli imkân ve kolaylıklardan yararlanma fırsatının tanınmış olmasıdır. Bu bağlamda suç isnadına bağlı olarak tutuklanan kişilerin tutuklamaya etkili şekilde itiraz edebilmeleri için tutuklamaya ve tutukluğun devamına ilişkin kararlardan haberdar edilmesi gerekir. Ulusal mevzuat bu gerekliliği farklı şekillerde yerine getirebilir ancak mevzuat tarafından benimsenen söz konusu yöntem kişiye kararların gerekçelerinden haberdar olma ve bunlara karşı diyeceklerini gerçek anlamda söyleyebilme imkânı tanımalıdır.
İlgili Kararlar
Kanunî Yükümlülüklerin Yerine Getirilmesi Bakımından Tutma
Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı devletin bireylerin özgürlüğüne keyfî olarak müdahale etmemesini güvence altına alan temel bir haktır.
Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek koşuluyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması ancak Anayasa'nın anılan maddesinde belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir.
Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrasındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi şeklindeki genel kural ve kanunda öngörülen bir yükümlülüğün ibaresi birlikte değerlendirildiğinde hem yükümlülüğün hem de bu yükümlülüğe uymamanın sonucu olarak gerçekleşen tutma hâlinin kanunla düzenlenmesi gerekir. Buradaki kanun şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir.
Kanunda öngörülen yükümlülüğün somut ve belirli olması, genel mahiyette olmaması gerekir. Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrasındaki bu tutma hâlinin hukuka uygun olabilmesi için yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlama amacına yönelik olması ve cezalandırıcı bir nitelik taşımaması gerekir. Bu hüküm kapsamındaki tutma hâlinin söz konusu olabilmesi için kişinin kanunen yerine getirilmesi gereken bir yükümlülüğü ifa etmemiş olması gerekir.
Kanunun öngördüğü yükümlülüğün tutma haricinde daha hafif araçlarla yerine getirilmesinin mümkün olup olmadığının gözardı edilmemesi gerekir. Diğer bir deyişle daha az sınırlayıcı bir müdahale ile kanunun öngördüğü yükümlülük yerine getirilebiliyorsa kişinin tutulması ölçüsüz olacaktır. Ölçülülük bağlamında kanundan doğan yükümlülüğün niteliği, amacı, tutulan kişinin durumu, tutmaya yol açan özel koşullar ve tutmanın süresi, tutmanın acil bir ihtiyaçtan kaynaklanıp kaynaklanmadığı dikkate alınacaktır.
İlgili Kararlar
♦ (Muhammed Neşet Girasun, B. No: 2017/22254, 2/6/2020)
♦ (Bilal Çebi, B. No: 2019/41092, 27/7/2022)
♦ (Serhat Aytemiş, B. No: 2021/39964, 20/12/2023)
♦ (Yakup Güneş, B. No: 2019/15907, 19/3/2024)
♦ (Mehmet Öztop, B. No: 2022/87258, 27/11/2024)
Haksız Gözaltı veya Tutmaya Rağmen CMK 141. md. Kapsamında Tazminat Talebinin Reddi
Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Maddenin dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede bulunan kişilere tanınan güvencelere ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.
Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında ise bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zararların tazminat hukukunun genel prensiplerine göre devlet tarafından ödeneceği ifade edilmiştir. Anılan fıkrada yer alan "bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişiler" ifadesi ile maddenin diğer tüm fıkralarında belirtilen kurallara aykırı bir işleme tabi kılınmanın kişiye tazminat hakkı doğurduğu belirtilmiştir. Buna göre maddenin ikinci veya üçüncü fıkralarında belirtilen durumlara aykırı şekilde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede bulunulması ya da kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale edilen kimsenin maddenin dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarındaki güvencelerden yararlandırılmaması hâlinde uğranılan zararlar devlet tarafından ödenecektir.
Tazminat hakkının doğabilmesi için kişinin anılan maddenin diğer fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulduğunun derece mahkemelerince ya da Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi gerekir. Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulan kişiye uğradığı zararlar devlet tarafından tazminat hukukunun genel prensiplerine göre ödenmemişse veya kişinin tazminat elde etme imkânı yoksa Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkı ihlal edilir.
İlgili Kararlar
Suçlunun İadesi Amacıyla Yapılan Tutmanın/Tutuklamanın Hukuki Olmaması
Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrasında hakkında sınır dışı etme ya da geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale edilmesine izin verilen durumlardan biri olarak sayılmıştır. Bahsi geçen maddenin gerekçesine göre burada yabancı bir ülkeye geri verilecek kişinin gerekli işlem yerine getirilinceye kadar hürriyetinden mahrum edilmesi yani yakalanması veya tutuklanması, bir başka ifadeyle tutulması söz konusudur.
Geri vermenin (iadenin) söz konusu olabilmesi için her şeyden önce talep eden devlet ile talep edilen devletin iadeye imkân veren ikili veya çok taraflı bir anlaşmanın tarafı olması ya da devletlerin iade konusunda iş birliği yapması gerekir. Devletler arasındaki iş birliğinin bir sonucu olarak kişinin iadesi, tek başına iade amaçlı tutmayı hukuka aykırı hâle getirmez ancak bu durumda da özgürlükten mahrum bırakmaya yetki tanıyan düzenlemenin her türlü keyfîliği önlemek için yeteri kadar ulaşılabilir, açık ve öngörülebilir olmalıdır.
Ulusal mevzuat kapsamında bir kişinin iadesini engelleyen durumlar varsa iade amacıyla tutma hukuka aykırıdır. Bununla birlikte iadeye engel bir durumun varlığının sonradan tespit edilmesi, kişinin iadesini engelleyecek durumun var olup olmadığının tespiti için geçecek süre zarfındaki tutmayı tek başına hukuka aykırı hâle getirmez.
Anayasa’da iade amacıyla tutuklama kararı verilebilmesi için kuvvetli şuç belirtisinin veya suç isnadına bağlı tutuklama nedenlerinin bulunması gibi bir şart öngörülmemiştir. Bununla beraber 6706 sayılı Kanun’un 14. maddesi geçici tutuklama kararı verilebilmesi için iade talebine konu olabilecek bir suçun işlendiği yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını şart koşmuştur. Aynı Kanun’un 16. maddesi ise iade sürecinin her aşamasında iadesi talep edilen kişi hakkında 5271 sayılı Kanun hükümleri uyarınca koruma tedbirlerine karar verilebileceğini düzenlemiştir. Bu bakımdan iade talebinin gelmesinden sonraki süreçte iadesi istenen kişinin tutulmasının hukuka uygun olup olmadığının tespit edilebilmesi için tutuklama tedbiriyle ilgili olarak 5271 sayılı Kanun’da yer alan düzenlemelere uyulup uyulmadığının değerlendirilmesi gerekir. Ne var ki yabancı ülkede işlendiği ileri sürülen bir suç bakımından kuvvetli suç şüphesinin varlığıyla ilgili tespit ve değerlendirmede bulunmak oldukça zordur. Bu nedenle derece mahkemelerinin hem bu husustaki hem tutuklama nedenlerinin varlığı hususundaki takdir aralıklarının suç isnadına bağlı tutmaya göre oldukça geniş olduğunun kabulü gerekir. Şu hâlde Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleriyle ilgili değerlendirmelerinden ayrılması ancak bunu gerekli kılan istisnai şartların varlığı hâlinde mümkündür. Bu noktada ifade etmek gerekir ki Anayasa Mahkemesince yapılacak değerlendirmede kuvvetli suç şüphesinin varlığı ve tutuklama sebepleri konusunda iade talebiyle ilgili evrak da dikkate alınabilir.
Hakkında iade kararı verilen bir kişinin tutulmasının amacı, iade sürecinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesidir. Bu nedenle bir kişinin iade işlemlerinin yürütülmesi sürecine dayanılarak tutulması ancak iade işlemlerinin özenli bir şekilde yürütülmesi kaydıyla ve sözü edilen işlemlerin yürütüldüğü sürece haklı olabilir. Ayrıca Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrası devlete bu fıkra hükümlerine göre gerçekleştirilen bir tutma hâline ilişkin azami bir süre belirleme yükümlülüğü yüklemese de mevzuatta ya da devletin taraf olduğu sözleşmelerde azami bir tutma süresi belirlenmiş ise bu sürelere uyulmaması tutmayı hukuka aykırı hâle getirir.
İade amacıyla tutmanın ölçülü olması; özgürlükten yoksun bırakmayla iade amacı arasında bir bağlantı bulunmasına, özgürlükten yoksun bırakmanın iade bakımından gerekli olmasına ve özgürlükten yoksun bırakmanın iade amacının gerektirdiğinin ötesinde makul süreyi aşmamasına bağlıdır.
Tutmaya dayanak oluşturan iade işlemlerinin süresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde yetkililerin iade işlemleri sürecinde hareketsiz kalıp kalmadığı, başvurucuların tutum ve davranışlarının sürecin uzamasına sebep olup olmadığı dikkate alınır.
İlgili Kararlar
Yakalanan ve Tutuklanan Kişilerin Hâkim Önüne Çıkarılması Güvencesine Aykırılık (Ay. Md. 19/5’in İhlali)
Anayasa’nın 19. maddesinin beşinci fıkrası, yakalanıp gözaltına alınan kişinin soruşturma makamlarınca serbest bırakılmaması hâlinde en geç azami gözaltı süreleri içinde hâkim önüne çıkarılmasını emretmektedir. Maddede geçen “hâkim önüne çıkarılır” ifadesi; hâkimliğin tutuklanması veya adli kontrol tedbir kapsamında konutunu terk etmeme yükümlülüğüne tabi tutulması istenen kişinin sorgusunu yapmasını ve hazırsa söz konusu kişinin müdafiinin dinlenmesini gerektirir. “Hâkim önüne çıkarılır” ifadesinin anlamı; sevk edilen kişinin hâkim tarafından Cumhuriyet savcısının sevk talebi kapsamında sorgusunun yapılması işlemidir. Bu kapsamda sevk işlemi hukuken yapılmış olmakla birlikte fiili olarak hâkim tarafından sorgu işleminin başlamaması hâkim önüne çıkarılma olarak kabul edilemez. Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinin beşinci fıkrası gereğince kişinin huzuruna çıkarıldığı hâkimin tutma halini esastan inceleyecek ve tutulan kişinin salıverilmesine dair bağlayıcı karar verme yetkisini haiz, bağımsız ve tarafsız bir nitelikte olması gerekir. Bu yolla yakalama ile gözaltı işlemlerinin yargısal denetimi gerçekleşir ve suç isnadıyla karşı karşıya kalan kişiye gözaltı sürecinde kötü muameleye uğrama riskine karşı yeterli güvence sağlanmış olur (B.G., B. No: 2020/36865, 21/6/2023).
Örnek olarak Başsavcılık tarafından sorgusu yapılarak adli kontrol tedbirine karar verilmesi talebiyle sevk edilmesine rağmen başvurucunun, Hâkimliğin dosya üzerinden gerçekleştirdiği incelemeyle adli kontrol tedbiri kapsamında konutunu terk etmeme ve yurt dışına çıkamama yükümlülüğüne tabi tutulması, bu suretle derhâl hâkim önüne çıkarılma güvencesine uyulmaması kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının Anayasa’nın 19. maddesinin beşinci fıkrası yönünden ihlali sonucunu doğurmuştur.
İlgili Kararlar
♦ (B.G., B. No: 2020/36865, 21/6/2023)
♦ (İslam Çapraz, B. No: 2021/16746, 28/2/2024)
Mahkeme Kararına Bağlı Tutmanın Kanuniliği
Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek koşuluyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması ancak Anayasa'nın anılan maddesinde belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir.
Anayasa'nın 19. maddesinin kişi hürriyetinin kısıtlanmasına imkân tanıdığı durumlardan biri de maddenin ikinci fıkrasında düzenlenmiş olan bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak kişilerin tutulması hâlidir.
Bu iki tutma hâli arasında tutmanın niteliği bakımından fark bulunabilmektedir. Mahkeme kararının gereği olarak tutma disipline edici bir nitelik de taşıyabilirken kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak tutma böyle bir nitelik taşıyamaz. Kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak tutma sadece yükümlülüğün yerine getirilmesi amacıyla ve bu yükümlülüğün yerine getirilmesine kadar uygulanabilir.
Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrasındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi şeklindeki genel kural uyarınca bir mahkeme kararının gereği olarak tutma hâlinin kanunla düzenlenmesi gerekir. Bu bağlamda Anayasa'nın birbirleriyle uyumlu olan 13. ve 19. maddeleri uyarınca kişi hürriyetine ilişkin müdahale oluşturan tedbirin kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur. Buradaki kanun şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi şeklindeki genel kural uyarınca ulusal hukukta yer alan esas ve usule ilişkin kurallara uyulması gerekmektedir. Bu bakımdan kanunda kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılmasına ilişkin koşulların açık ve belirli şekilde tanımlanması, kanunun ve uygulanmasının öngörülebilir olması ve kanunun keyfiliğe karşı uygun bir koruma sağlaması gerekir.
Öte yandan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde mahkeme tarafından kanuna uygun olarak verilen bir karara uyulmamasından söz edilirken Anayasa'nın 19. maddesinde mahkeme kararının kanuna uygun olarak verilmesi gerektiği şeklinde bir ölçüte açıkça yer verilmemiştir. Ancak bu durum Anayasa'nın 19. maddesindeki düzenlemelerin Sözleşme'ye uygun bir şekilde yorumlanması önünde bir engel teşkil etmemelidir. Kaldı ki bir hukuk devletinde mahkeme kararlarının kanunlara uygun olması Anayasa'nın bir gereğidir. Zira aksinin kabulü Anayasa'nın kişilerin kanuna aykırı kararlara uymaması nedeniyle tutulabilmesine cevaz verdiği şeklinde bir yoruma yol açabilir ki böyle bir yorumun hukuk devletinde kabul edilmesi mümkün değildir. Bu durumda mahkeme kararının kanuna uygun olarak verilip verilmediğinin tutmanın kanuniliği kriteri çerçevesinde denetlenmesi gerekir. Bu itibarla uyulmadığı iddia edilen mahkeme kararının kanuna aykırı olması durumunda buna bağlı olarak gerçekleşen tutma da hukuka aykırı hâle gelecektir. Ancak Anayasa Mahkemesinin bu denetimi mahkeme kararının kanunlara açıkça aykırı olup olmadığını tespit etmekle sınırlıdır.
Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrasında geçen ''mahkeme kararı'' davanın esası hakkında bir karar değildir. Bu mahkeme kararı 19. maddedeki diğer tutma hâllerine ilişkin olarak verilen mahkeme kararlarını da kapsamamaktadır. Buradaki mahkeme kararları herhangi bir suç isnadına veya herhangi bir suçun işlenmesine bağlı olmaksızın kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılabileceği hâllere ilişkindir. Bu bağlamda mahkeme kararının gereği olarak tutma hâli bakımından kişinin ilgili mahkeme kararından ve mahkeme kararına uyulmamasının sonuçlarından usulüne uygun olarak haberdar edilmesi gerekir. Kişi haberdar edilmediği bir mahkeme kararına uymadığı gerekçesiyle tutulamaz.
Örnek olarak Anayasa Mahkemesi Volkan Umutlu, B. No: 2022/2251, 21/5/2024 kararında 6284 sayılı Kanun'un 8. maddesinde tedbir kararının korunan kişiye ve şiddet uygulayana tefhim veya tebliğ edileceği, tefhim ve tebliğ işlemlerinde tedbir kararına uyulmaması hâlinde şiddet uygulayan hakkında zorlama hapsinin uygulanacağı ihtarının yapılması gerekliliğine işaret etmiş, somut olayın koşullarında başvurucuya verilen uzaklaştırma tedbirine ilişkin mahkeme kararında, söz konusu tedbire uymamanın sonuçları açıkça yazılı olsa da bu uzaklaştırma tedbiri kararının ve karara uymaması hâlinde hakkında zorlama hapsi kararı verileceği ihtarının başvurucuya bildirildiğine dair başvurucunun iddiasının aksini kanıtlayan, tereddüde yer vermeyecek bir veriye ulaşılamadığını tespit etmiştir. Buna ek olarak kendilerine ilgili mahkemece müzekkere yazılan kolluk birimlerince başvurucuya telefonla ulaşıldığı, ancak görüşmelere ilişkin tutanaklarda başvurucuya kendisi hakkında uzaklaştırma tedbiri kararı verildiğine ve bu tedbire uymaması hâlinde hakkında zorlama hapsi kararı verileceğine dair ihtar yapıldığına yönelik bir bilgiye rastlanmamıştır. Dolayısıyla AYM tarafından başvurucunun tutma hâline dayanak teşkil eden mahkeme kararından ve bu karara uymamasının sonuçlarından usulüne uygun olarak haberdar edilmediği sonucuna ulaşılmış ve dolayısıyla 6284 sayılı Kanun kapsamında uygulanan zorlama hapsinin (tutma hâlinin) kanunilik ölçütünü karşılamadığı tespit edilmiştir. Bu gerekçelerle Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
İlgili Kararlar