Örgütlenme Özgürlüğüne Dair Emsal Kararlar
< Örgütlenme Özgürlüğü Ana Sayfa
Sendikal Faaliyetlere İzin Verilmemesi
Grev hakkı sendika hakkının bir parçası olarak sendikaların üyelerinin menfaatlerini korumak için kullanabileceği en önemli yollardan birisidir. Anayasa Mahkemesi grev hakkını maddede ifade edildiği biçimiyle toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde başvurulabilecek bir hak olarak kabul etmektedir. Aksi bir durum söz konusu ise düzenleyicileri tarafından grev olarak adlandırılsa bile, Anayasa Mahkemesi yapılan eylemi, “sendika üyesi kamu görevlilerinin toplumsal meselelerde seslerini duyurmayı hedefleyen bir sendikal faaliyet” olarak görmektedir.
Mahkemeye göre, sendika hakkı, çalışanların bireysel ve ortak çıkarlarını korumak amacıyla bir araya gelerek örgütlenebilme serbestîsini gerektirir ve örgütlenme özgürlüğünün bir şeklini veya özel bir yönünü oluşturur. Grev hakkı, sendika üyelerinin çıkarlarının korunmasına hizmet eden en önemli araçlardan biri olarak kabul edilmektedir. Toplu iş sözleşmesi hakkı ise sendika hakkının asli bir unsuru olarak görülmelidir.
Sınırlanabilir bir hak olan sendika hakkı Anayasa'da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir. Anayasa'nın 51. maddesinin ikinci ve izleyen fıkralarında sendika hakkına yönelik sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Ancak bu özgürlüklere yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği açıktır. Bununla birlikte demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Bu nedenle temel hak ve özgürlükler, istisnai olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde sınırlandırılabilirler.
Müdahaleye neden olan derece mahkemelerinin karar gerekçelerinde; sendika hakkını kısıtlama bakımından “demokratik bir toplumda gerekli” ve “ölçülülük ilkesi”ne uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde dayanaklarını belirtmesi önemlidir.
İlgili Kararlar
♦ (Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015)
♦ (Birleşik Metal İşçileri Sendikası, B. No: 2015/14862, 9/5/2018)
♦ (Muharrem Çimen [GK], B. No: 2016/5002, 23/3/2023)
Sendika Hakkına Yönelik Müdahalenin Kanuni Olmaması
Anayasa'nın 51. maddesinde, hiç kimsenin bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamayacağı hükmü yer almaktadır. Maddenin amir hükmünden de anlaşılacağı üzere sendika hakkının sürdürülebilmesi ancak bu hakkın korunması ile mümkündür. Bu korumadan kasıt sendika üyesi olan bireylerin herhangi bir baskı altında olmaksızın hak ve çıkarlarını en iyi şekilde koruyabileceğine inandığı şekilde hareket edebilmeleridir. Zira sendika hakkının unsurlarından birini oluşturan sendikal faaliyette bulunma hakkı öncelikle bireysel sendika üyeliğinin güvence altına alınması ile mümkündür. Ancak bireysel sendika özgürlüğü güvence altına alındıktan sonra kolektif sendika özgürlüğü ve bununla birlikte sendikaların üyelerinin hak ve çıkarlarını savunması söz konusu olabilir. Dolayısıyla sendika üyelerinin iradeleri dışında mensubu oldukları sendikadan çıkmaya zorlanamayacakları anayasal güvence altına alınmış, bu şekliyle sendika hakkının ön koşulu olan bireysel sendika üyeliği güvencesi anayasal çatı altında korunmuştur.
Bununla birlikte sendika hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, Anayasa'nın 51. maddesinin ikinci fıkrasında bu hakkın ancak millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlak ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabileceği ifade edilmiştir. Sendika hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla sendika hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, Anayasa'nın 51. maddesinde sayılan sınırlandırma amaçlarını taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir.
Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkelerin düzenlendiği Anayasa'nın 13. maddesinde de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği temel bir ilke olarak benimsenmiştir. Buna göre sendika hakkına yapılan müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın sendika hakkının ihlal edildiği sonucuna varılabilecektir.
Derece mahkemelerinin yorumlarının kanunun açık lafzıyla çelişki içinde olduğu veya kanun metni dikkate alındığında bireyler tarafından öngörülmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşıldığı hâllerde sendika hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı kanaatine varılması mümkündür.
Sendika hakkı, demokratik toplumun varlığından bahsedebilmek için varlığı zorunlu haklardan biridir ve bu sebeple Anayasa'nın 51. maddesinin birinci fıkrasında hiç kimsenin sendika üyeliğinden ayrılmaya zorlanamayacağı düzenlenmiş ve ardından aynı maddenin üçüncü fıkrasında söz konusu hakkın "kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir." hükmüne yer verilmiştir.
İlgili Kararlar
♦ (Hüseyin Ercan, B. No: 2018/11352, 8/9/2021) (Kamu görevinden ihraca bağlı olarak sendikal faaliyetlerin sınırlanması)
♦ (Nigar Hürel ve diğerleri, B. No: 2017/16800, 22/11/2022) (Aile hekimliği-ihtar puanı düzenlemesi)
♦ (Arzu Aldan ve Cihan Karaca, B. No: 2017/18361, 11/1/2023) (Aile hekimliği-ihtar puanı düzenlemesi
♦ (Cihan Karaca ve diğerleri, B. No: 2017/14821, 1/3/2023) (Aile hekimliği-ihtar puanı düzenlemesi)
♦(Nilay Etiler ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası, B. No: 2020/10035, 16/3/2023) (Kamu görevinden ihraca bağlı olarak sendikal faaliyetlerin sınırlanması)
♦ (Berrak Pınar Alioğlu, B. No: 2021/17928, 23/10/2024) (Covid-19 pandemisi gerekçe gösterilerek İl Umumi Hıfzısıhha Kurulu kararı ile baro genel kurul toplantısının ertelenmesi)
Örgütlenme Özgürlüğü Kapsamındaki Faaliyetlerin Terör Örgütü Üyeliği ile Bağının İlgili ve Yeterli Bir Gerekçe ile Ortaya Konulmaması
Örgütlenme özgürlüğü kapsamında kalan eylemlerin terör örgütü üyeliği suçundan mahkumiyette delil olarak kullanılması örgütlenme özgürlüğüne yönelik açık bir müdahaledir.
Terör örgütüne üye olma suçu, üye ve hatta örgüt henüz bir suç işlememiş olsa dahi örgütün toplum için yarattığı tehlikeyi cezalandıran ve bu yönüyle bir yandan da örgüt faaliyetleri kapsamında suç işlenmesini engelleme amacı taşıyan bir suç türüdür.
Bir kişinin henüz başka bir suç işlemeden yalnızca terör örgütüne üye olması nedeniyle cezalandırılabilmesi için yargılama makamlarının o kişinin terör örgütüyle olan bağlarını ortaya koyması gerekir. Henüz ceza kanunlarında tanımlanan bir suçu işlememiş olsa bile bir terör örgütü ile örgüt üyeliği olarak kabul edilecek kuvvette bir bağın varlığının araştırılması bireylerin sahip olduğu fikirlerin, bağlı oldukları toplumsal grupların ve ideolojilerinin, davranışlarının anlamlarının ve bunların altında yatan saiklerin de değerlendirilmesini gerektirebilir. Böyle bir değerlendirmenin örgütlere üye olmak, toplantılara katılmak veya düşünce açıklamaları yapmak gibi kişilerin anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan eylemlerini de kapsadığı durumlarda başta ifade, örgütlenme, din ve vicdan özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı olmak üzere temel haklar üzerinde ciddi bir baskı oluşturabilecek potansiyele sahip olduğu açıktır.
Kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerinin terör örgütünün üyesi olma suçundan verilen mahkûmiyet kararlarının delili olarak kullanılmasının temel haklar üzerinde yaratacağı caydırıcı etki nedeniyle -devletin toplumu terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı korumak şeklindeki pozitif yükümlülüğünün bir sonucu olarak- insanların terörsüz bir ortamda yaşama hakkı ile bu süreçte bireylerin potansiyel olarak etkilenebilecek temel hakları arasında adil bir denge kurulmalıdır.
Söz konusu dengenin sağlandığının kabul edilebilmesi için derece mahkemelerinin kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerini terör örgütünün üyesi olma suçundan verilen mahkûmiyet kararlarında delil olarak kullanılmalarının zorunlu bir ihtiyacı karşıladığını ilgili ve yeterli bir gerekçeyle göstermeleri gerekir.
♦ (Ahmet Urhan, B. No: 2014/13961, 9/10/2019)
♦ (Celal Mezarcı ve diğerleri, B. No: 2014/12781, 10/12/2019)
♦ (Tüncay Yıldız ve diğerleri, B. No: 2014/12717, 8/1/2020)
♦ (Hakan Yılmazöz, B. No: 2017/37725, 3/6/2020)
♦ (Bilal Celalettin Şaşmaz, B. No: 2019/20791, 18/10/2022)
♦ (Cihat Aydoğmuş, B. No: 2019/3078, 3/11/2022)
Kamu Görevlilerinin Sendikal Faaliyetlerinin İdari İşlemler veya Yaptırımlar Yoluyla Engellenmesi
Anayasa Mahkemesi kararlarında, genel olarak örgütlenme özgürlüğünün ve özel olarak da sendika hakkının Anayasa’da benimsenen temel değerlerden biri olan demokrasiyi somutlaştıran özgürlükler arasında yer aldığını ve demokratik toplumun temel değerlerinden birini oluşturduğunu vurgulamıştır. Anayasa Mahkemesi demokrasinin esasının meselelerin halka açık olarak tartışılması ve çözümlenmesi yeteneği oluşturduğunu belirtmiş; sendika hakkını kullanan bireylerin de ifade özgürlüğü alanına benzer şekilde çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik gibi demokratik toplumun temel ilkelerinin korumasından yararlanacağını ifade etmiştir.
Sendika hakkı yalnızca sendika kurma veya sendikaya üyelik gibi haklarla sınırlı bir koruma sağlamamaktadır. Hakkın kapsamına kurulan veya üye olunan sendikanın faaliyetlerini düzenleme ya da bunlara katılma hakkı da girmektedir. Anayasa Mahkemesine göre de sendika hakkı “aynı zamanda oluşturdukları tüzel kişiliklerin varlığının ve bu tüzel kişiliklerin kendine özgü faaliyetlerinin de garanti altına alınmasını içermektedir. Üyelerinin ekonomik, sosyal ve kültürel ortak menfaatlerini korumak ve geliştirmek amacıyla kurulan sendikalar ve bunların üst kuruluşlarının serbestçe sendikal faaliyetlerde bulunabilmesi, bu kapsamda iş uyuşmazlığı çıkarması, toplu görüşme ve toplu sözleşme yapması, grev ve lokavt kararı vermesi ve uygulaması da sendika hakkının gereklerindendir.” Buna göre bir kişinin herhangi bir sendikaya üye olması veya mensubu bulunduğu sendikanın faaliyetlerine katılması sebebiyle yaptırıma maruz kalması, sendika hakkına müdahale oluşturacaktır.
Örneğin bir kamu görevlisinin şube yönetim kurulu üyesi olduğu sendikanın grev kararından sonra ve grev gününden bir gün önce grev ilanını içeren bir kokart takarak okulda dolaşması ve derslere girmesi nedeniyle uyarma cezası alması sendikal faaliyetlere katılma hakkına bir müdahale oluşturmaktadır.
Sendikaların faaliyetleri ise yalnızca iş uyuşmazlıkları ile sınırlı değildir. Anayasa Mahkemesi sendika hakkının kapsamını yalnızca çalışanların ekonomik ve sosyal hakları ile sınırlı dar bir şekilde yorumlamaktadır. Örneğin anadilde eğitim konulu ve herhangi bir suç unsuru içermeyen bir afişin asılması nedeniyle bir sendikanın üyelerine uygulanan idari para cezası sendika özgürlüğüne bir müdahale olarak görülmüştür.
Anayasa Mahkemesi, kanunla kurulmuş olup olmama, üyeliğin zorunlu olup olmaması, idari yetkiler kullanıp kullanılmaması, düzenleme ve disiplin yaptırımı uygulama yetkisinin mevcut olup olmadığı gibi ölçütleri dikkate almaktadır. Buna göre “kamu iradesi bulunmayan toplulukların örgütlenme özgürlüğü temelinde, kamu gücüne karşı menfaatlerinin koruması için dayanışma ve toplu ifade gücünden faydalanması söz konusu olmaktadır.
Kamu görevlilerine verilen disiplin cezaları örgütlenme özgürlüğüne yönelik müdahale biçimlerinin önde gelenlerinden birisini oluşturmaktadır. Örneğin bir siyasi partinin basın açıklamasına katılan bir kamu görevlisine uygulanan disiplin cezasının “ifade özgürlüğüne müdahale niteliği taşıdığından şüphe bulunmamaktadır.” Bu noktada uyarma cezası, ders ücretinin kesilmesi cezası ya da kınama cezası verilmesi idare tarafından gerçekleştirilen müdahalelere örnek oluşturmaktadır.
Kamu otoritelerinin sendikal faaliyet kapsamında gerçekleştirilen görüş veya fikir açıklamalarına yaptırım uygulanmak suretiyle yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olduğunun makul gerekçelere dayanılarak gösterilmesi gerekir.
Anayasa Mahkemesinin kararlarında da belirtildiği üzere kamu düzeninin bozulduğuna ilişkin ilgili ve yeterli bir gerekçe gösterilmeden yaptırım uygulanması hâlinde sendika özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşılabilir.
İlgili Kararlar
♦ (Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014)
♦ (Ayşe Yılmaz, B. No: 2013/8805, 6/1/2015)
♦ (Selda Demir Taze, B. No: 2014/7668, 10/6/2015)
♦ (Hikmet Aslan, B. No: 2014/11036, 16/6/2016)
♦ (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017)
♦ (Abdulvahap Can ve diğerleri, B. No: 2014/3793, 8/11/2017)
♦ (Bülent Hatun, B. No: 2014/3536, 24/5/2018)
♦ (İbrahim Çiçek, B. No: 2015/19462, 26/12/2018)
♦ (Abdulkadir Akgün, B. No: 2015/19791, 20/3/2019)
♦ (Veysel Kaplan, B. No: 2015/13524, 26/9/2019)
Örgütlenme Özgürlüğüne Yapılan Müdahalelerle İlgili Şikâyetlerin İncelenmesinde Devletin Pozitif Yükümlülüğü
Örgütlenme özgürlüğü, bireylerin kendi menfaatlerini korumak için kendilerini temsil eden kolektif bir oluşum içinde bir araya gelme özgürlüğünü ifade eder. Örgütlenme özgürlüğü bireylere topluluk hâlinde siyasal, kültürel, sosyal ve ekonomik amaçlarını gerçekleştirme imkânı sağlar.
Örgütlenme özgürlüğü, bu hakka yönelik kamu gücü tarafından gerçekleştirilen müdahalelerin yanı sıra kimi durumlarda özel hukuk kişilerince yapılan müdahalelere karşı da anayasal koruma sağlamaktadır. Dolayısıyla örgütlenme özgürlüğü devlete, müdahalede bulunmama biçimindeki negatif yükümlülüğün yanı sıra üçüncü kişilerden gelebilecek müdahalelere karşı ilgiliye koruma sağlama şeklindeki birtakım pozitif yükümlülükler de yüklemektedir.
Örnek olarak Anayasa'nın 51. maddesi kapsamındaki güvenceler sadece sendikaya üye olunmasından sonrasını değil henüz sendikaya üye olunmadan önce, üyelik iradesinin oluşum aşamasını, diğer bir ifadeyle üyelik tercihinin şekillenmesine ilişkin süreci de kapsamaktadır. Dolayısıyla sendikaya üye olmak amacıyla işçi sendikası tarafından yapılan bilgilendirme ve ikna çalışmalarına katılım nedeniyle iş akdinin feshedilmesi durumunda sendika hakkına işveren tarafından müdahale edilmiş olur. Bu durumda da pozitif yükümlülükler kapsamında devletin tedbir alma gereği ortaya çıkar.
Sendika hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler, devletin koruyucu ve düzeltici önlemler almasını gerektirebilmektedir. Sendika hakkının korunması pozitif yükümlülüğü devlete, üçüncü kişilerin ve özellikle işverenin çalışanların sendikaya üye olma ve sendikal faaliyette bulunma haklarını kullanmayı engelleyici davranışlarından kaçınmasına yönelik ve sırf bu haklarından yararlandıkları gerekçesiyle yaptırıma tabi tutulmalarını, ayrımcılığa maruz kalmalarını önleyici tedbirler alma ödevi yüklemektedir. Bu çerçevede alınacak tedbirlerin üçüncü kişilerin ve özellikle işverenin çalışanların sendika hakkına müdahalede bulunmaları bakımından caydırıcı nitelik taşıması gerekir. Öte yandan üçüncü kişiler tarafından sendika hakkına müdahale edilmesi durumunda müdahaleye karşı itirazların öne sürülebileceği ve müdahalenin sonuçlarının giderilmesi açısından gerçek ve etkili koruma temin edecek hukuksal mekanizmaların oluşturulması gerekiyorsa tazminat ve benzeri giderimler için dava açma imkânının getirilmesi devletin pozitif yükümlülüklerindendir.
Bu bağlamda bir örgüte üye olmak amacıyla ilgili örgüt tarafından yapılan bilgilendirme ve ikna çalışmalarına katılım nedeniyle kişinin iş sözleşmesinin feshedilmesi durumunda örgütlenme özgürlüğüne gerçek veya özel hukuk tüzel kişileri tarafından müdahale edilmiş olacağını ve bu duruma karşı devletin tedbir alma yükümlülüğü olduğunu kabul etmiştir. Mahkeme’ye göre derece mahkemelerince sendikal nedenlerle işten çıkarıldıkları gerekçesiyle açılan davalarda devletin pozitif yükümlülüğünün gerektirdiği şekilde yargısal bir inceleme yapılması ve kararların “konuyla ilgili ve yeterli gerekçe” içermesi gerekmektedir. Gerekçesiz bir şekilde davaların reddi adil yargılanma hakkının bir parçası olan gerekçeli karar hakkı bağlamında pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmemesi nedeniyle örgütlenme özgürlüğünün ihlaline yol açabilecektir. Bu nedenle derece mahkemeleri önlerine gelen uyuşmazlıklarda müdahalenin örgütlenme ve toplanma özgürlükleri açısından ihlal oluşturmadığına dair “ilgili ve yeterli gerekçe” ortaya koymak durumundadır.
Başka bir örnekte Anayasa Mahkemesi yapılan bir mevzuat değişikliği sonrasında konu hakkında uygulanacak bir yönetmelik hükmü bulunmadığı gerekçesiyle cemaat vakfı yönetim kurulu seçimlerinin yapılamaması ve ilgili şikâyetlerin uzun süre çözümsüz bırakılması örgütlenme hakkına ilişkin olarak devletin pozitif yükümlülüklerinin ihlal edildiğine hükmetmiştir.
İlgili Kararlar
♦ (Anıl Pınar ve Ömer Bilge, B. No: 2014/15627, 5/10/2017)
♦ (Arif Sami Cebeci ve diğerleri, B. No: 2016/6350, 28/5/2019)
♦ (Türkiye Genel Hizmetler İşçileri Sendikası, B. No: 2016/14475, 30/9/2020)
♦ (Türkiye Gıda ve Şeker Sanayi İşçileri Sendikası (Şeker İş), B. No: 2016/13328, 19/11/2020)
♦ (Türkiye Petrol, Kimya ve Lastik Sanayii İşçileri Sendikası, B. No: 2016/13531, 15/12/2020)
♦ (Corc Kasapoğlu ve Niko Mavrakis, B. No: 2019/35842, 2/5/2023)
♦ (Efthymia Meentzlou ve diğerleri, B. No: 2019/5202, 19/12/2023)
♦ (Türkiye Devrimci Kara, Hava ve Demiryolu Taşımacılığı İşçileri Sendikası [GK], B. No: 2020/34550, 15/2/2024)
♦ (Yakup Tekin [GK], B. No: 2019/19836, 28/3/2024)
♦ (Abdulsamet Doğan ve diğerleri, B. No: 2020/40060, 3/4/2024)
♦ (Jüliet Demircioğlu ve Sona Z Menteşe, B. No: 2021/27147, 2/10/2024)
♦ (Atanaş Mamasis ve Corc Kasapoğlu, B. No: 2019/35817, 18/9/2024)
Siyasi Parti Kongresi Yapılmaması Nedeniyle Verilen İdari Para Cezalarına İlişkin Mevzuatın Kanunilik Kriterini Sağlamaması
Siyasi partilere uygulanan bir dizi idari yaptırım da örgütlenme özgürlüğüne yönelik müdahale olarak görülmüştür. Siyasi partilere Anayasa Mahkemesi tarafından uygulanan yaptırımlar, Anayasa Mahkemesi kararlarının bireysel başvuruya konu olmasını yasaklayan 6216 Sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usûlleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin 3. fıkrasına göre kanunla yasaklanmış olduğu için ancak diğer yaptırımlar bireysel başvuruya konu olabilecektir. Uygulamada 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 118. maddesinin 5253 Sayılı Dernekler Kanunu’na yaptığı atıfla siyasi parti il teşkilatı yöneticilerine il kongresinin toplanmasıyla ilgili yükümlülüklerini yerine getirmediklerinden bahisle idari para cezası uygulanması örgütlenme özgürlüğüne bir müdahale olarak değerlendirilmiştir. Buna benzer idare tarafından siyasi partilere yönelik uygulanabilecek idari yaptırımların da örgütlenme özgürlüğüne birer müdahale oluşturacağı açıktır. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesi siyasi parti sorumluları hakkında yaptırım uygulama konusunda mülki amirlerin Dernekler Kanunu’ndan kaynaklanan bir yetkilerinin bulunmadığını, Siyasi Partiler Kanunu’nun 101. ve 104. maddelerinde, Anayasa Mahkemesi’ne yaptırım uygulama yetkisi verilmişse de Mahkeme’ye yalnızca siyasi partilerin kendileri yönünden yaptırım uygulama yetkisi tanındığını ve siyasi parti sorumluları yönünden bu tür bir açık yetkiye yer verilmediğini belirterek gerçek kişilere bu tür bir idari yaptırım uygulanmasının hukuken öngörülme ölçütü kapsamında mümkün olmadığını kabul etmiştir.
Anayasa Mahkemesi örgütlenme ve toplanma özgürlükleri ile ilgili verdiği kararlarda yalnızca Siyasi Partiler Kanunu’nun (2820 sayılı) 118. maddesi ile birlikte değerlendirilen Dernekler Kanunu’nun (5253 sayılı) 33. maddesi hükümlerinin müdahalenin kanuniliği şartını sağlamadığını kabul etmiştir.
Dolayısıyla kanun koyucunun 2820 sayılı Kanun’un 118. maddesiyle, 5253 sayılı Kanun’un 32. maddesinde düzenlenen ceza müeyyideleri dışında, aynı Kanun’un 33. maddesinde düzenlenen ceza müeyyidelerini uygulayacak merci bakımından da dernekler hakkındaki hükümlere atıf yaptığı düşünülemez. Buna göre siyasi parti sorumluları hakkında yaptırım uygulama konusunda mülki amirlerin kanuni yetkilerinin bulunduğunu söylemek mümkün değildir.
Siyasi partilerin her düzeyde kongrelerini toplantıya çağırmayan veya kongreleri mevzuata uygun olarak yapmayan siyasi parti sorumluları hakkında 5253 sayılı Kanun’un 32. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde öngörülen ceza müeyyidesinin uygulanabilmesi mümkün ise de bu ceza müeyyidesini uygulayacak mercinin bir hukuk devletinde olması gereken belirlilikte kanunla tayin edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
Siyasi partiler hakkındaki düzenlemelerde kamu otoritelerine verilen yetkilerin sınırlarının ve kapsamının açıkça belirlenmesi, böylelikle siyasi partiler ve sorumlularının muhtemel keyfî uygulamalarla karşılaşmalarının önüne geçilmesi gerekmektedir.
♦ (Metin Bayyar ve Halkın Kurtuluş Partisi [GK], B. No: 2014/15220, 4/6/2015)
♦ (Deniz Dönmez ve diğerleri, B. No: 2014/4663, 9/6/2016)
♦ (Mehmet Tekcanlı, B. No: 2018/16233, 8/9/2021)
♦ (Muhammed Zengin, B. No: 2018/7687, 2/3/2023)
Sendika Hakkıyla Bağlantılı Olarak Ayrımcılık Yasağının İhlali
Örgütlenme özgürlüğü, bireylere topluluk hâlinde siyasal, kültürel, sosyal ve ekonomik amaçlarını gerçekleştirme imkânı sağlar. Sendika hakkı da çalışanların; bireysel ve ortak çıkarlarını korumak amacıyla bir araya gelerek örgütlenebilme serbestisini gerektirmekte ve bu niteliğiyle bağımsız bir hak değil, örgütlenme özgürlüğünün bir şekli veya özel bir yönü olarak görülmektedir.
Sendika, çalışanların mali ve sosyal haklarını korumak ve geliştirmek için meydana getirilen kuruluştur. Sendikal hakların kullanılması konusunda devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Anayasa'nın 51. maddesi uyarınca çalışanlar, önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptirler.
Sendika görevi sonrası işe başlatılmama halinde ilgililerin “ihbar tazminatı” veya “sendikal tazminat” taleplerinin karşılanmaması gibi kısmi ekonomik zararlar söz konusu olsa da, sendika hakkının kullanımının önemli ölçüde kısıtlayan bir zorlamadan söz etmek mümkün gözükmemektedir.
Ayrımcılık yasağının bağımsız bir koruma işlevinin olmaması, bu yasağın genişletici bir yoruma tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir. Anayasal bir hakkın ihlal edildiği iddiası tek başına incelendiğinde o hakkın ihlal edilmediği kanaatine varılabilirse de bu durum, o hakka ilişkin ayrımcı bir uygulamanın incelenmesine engel değildir. Bu çerçevede, ilgili temel hak ve özgürlük ihlal edilmemiş olsa da o hakla ilgili bir konuda sergilenen ayrımcı tutumun, Anayasa'nın 10. maddesini ihlal ettiği sonucuna ulaşılabilir.
Demokrasi; farklılıkların bir tehdit olarak değil, bir zenginlik kaynağı olarak algılandığı toplum anlayışında güçlenecektir. İşe iade taleplerinin üye olunan sendikaya göre değerlendirilmesi, çağdaş demokratik toplumlarda kabul edilebilir bir durum değildir. İşverenin, sendika üyeliği dışındaki sebeplerle işe iade taleplerini değerlendirdikten sonra ortaya bazı sendika üyelerini dışarda bırakan sonuç çıkması ve bu sonucun ayrımcılık olarak kabul edilmemesi mümkündür. Fakat buna ilişkin işçi değerlendirmelerinin objektif ölçülere ve açıklanabilir nedenlere dayanması gerekmektedir.
Siyasi Parti Üyeliği Nedeniyle Makul Süre Tanınmadan Devlet Memurluğundan Çıkarılma
Devlet memurlarının tarafsız olma yükümlülüğü aynı zamanda devletin tarafsızlığı anlamına gelmektedir çünkü devlet tarafsızlığını ancak devlet memurlarının görevlerini icrası vesilesiyle yerine getirebilir. Bu bağlamda devletin hizmetlerinin sunumunda devlet memurlarına ağır yükler yüklemesi ve bu hizmetlerde yaşanabilecek aksamaları önlemek adına katı tedbirler öngörmesi anlaşılabilir.
Anayasa'nın 68. maddesinde yer alan devlet memurluğu ile siyasi parti üyeliğinin aynı anda bulunamayacağına ilişkin hüküm hukukun üstünlüğü temelinde hareket eden tarafsız bir kamu idaresinin işlevselliğini sağlamaya yöneliktir. Söz konusu kurala göre bir devlet memuru tarafından yerine getirilen bağımsız görevlerin siyasi taleplerle bağlantılı olduğu iması dahi devletin objektifliğini sarsabilir. Bunun içindir ki 657 sayılı Kanun'da devlet memurlarının tarafsızlık ve devlete bağlılık sorumluluklarının kapsamında siyasi partiye üye olamayacakları düzenlenmiştir. Aynı Kanun'un 125. maddesinde ise siyasi partiye girmek memuriyetten çıkarılma cezası olarak hüküm altına alınmıştır.
Siyasi partiye üye olan devlet memurlarının memuriyetlerine son verilmesi şeklindeki müdahalenin tarafsızlık ve devlete bağlılık ilkesinin korunması açısından elverişli bir araç olduğu kuşkusuzdur. Bunun yanı sıra kanunda öngörülen düzenlemenin Anayasa'nın emredici hükmü karşısında gerekli olmadığı da söylenemeyecektir. Dolayısıyla müdahalenin orantılı olup olmadığı belirlenerek sonuca varılmalıdır.
Gerek 657 sayılı Kanun'un 125. maddesinin gereği, gerek derece mahkemelerinin uygulamasına bakıldığında devlet memurluğu ile siyasi parti üyeliğinin bir arada bulunmasının kabul edilmediği anlaşılmaktadır. Düzenlemeye göre ilgili makamlar ve bu makamların kararlarını inceleyen derece mahkemeleri yalnızca kişilerin bir siyasi parti üyeliği olup olmadığı hususuna bakmakta ve daha ileri bir değerlendirmede bulunmamaktadırlar. Bu yönüyle Kanun'un 125. maddesinde yer alan siyasi partiye girme şartının gerçekleşmesi ile devlet memuriyeti sona ermekte ve bireyler ağır maddi ve manevi bir sonuç ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu husus gözetildiğinde düzenlemenin örgütlenme özgürlüğüne yönelik oldukça ağır bir müdahale niteliği taşıdığı kolaylıkla ifade edilebilir.
Anılan mevzuat hükümleri ile Anayasa'nın 68. maddesi bir arada değerlendirildiğinde örneğin; devlet memurunun siyasi parti üyeliğinden istifa etmesi için belli bir süre tanınması, siyasi parti üyeliği ile memuriyetten birini tercih etmesi için imkân sağlanması veya memuriyetin askıya alınması gibi daha hafif tedbirlerin alınabileceği mümkümken, yalnızca bir siyasi partiye üye olması nedeniyle doğrudan memurluktan ihraç edilme son çare prensibine uymayan en ağır müdahale olarak görülmüştür. Hem devlet memurluğu ile siyasi parti üyeliğinin bir arada bulunmasını yasaklayan Anayasa'nın 68. maddesi hem de örgütlenme özgürlüğünü güvence altına alan Anayasa'nın 33. maddesi ancak çoğulcu demokrasinin geliştirilmesi bağlamında ve hak eksenli yorumlandıkları takdirde işlevlerini tam olarak yerine getirebilir. Uygulamaya bakıldığında idarenin ve mahkemelerin söz konusu anayasal hükümleri özgürlükler lehine yorumlamalarının mümkün olduğu değerlendirilmiştir.
Dernek Faaliyetlerinin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olmaksızın Sınırlandırılması
Örgütlenme özgürlüğü, bireylerin kendi menfaatlerini korumak için kendilerini temsil eden kolektif bir oluşum içinde bir araya gelme özgürlüğünü ifade etmektedir. Örgütlenme özgürlüğünün bir şekli veya özel bir yönü olan dernek hakkı; kişi açısından dernek kurma özgürlüğünün yanı sıra derneğe üye olma, derneğin etkinliklerine katılma ve mensuplarının menfaatlerini korumak üzere faaliyetlerde bulunma gibi hakları da içermektedir. Dernekler ise belirli bir amacın gerçekleştirilmesi ya da izlenmesi için kişilerin bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirdikleri örgütlenmiş ve tüzel kişilikle donatılmış kişi topluluklarıdır. Anayasa'nın 33. maddesi temel olarak dernek hakkının kullanılması sırasında kamu makamlarının keyfî müdahalelerine karşı korunmayı amaçlamaktadır.
Bununla birlikte örgütlenme üzerindeki sınırlamanın kamu düzeninin korunması gibi demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve istisnai nitelikte olması gerekir. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir.
Öncelikle devletin kamu düzeninin sağlanması amacıyla yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir. Bu tür düzenlemeler karşısında kamu makamlarının gerekli denetimi sağlaması ve kanuna aykırılıkların tespitinde ilgili yaptırımları uygulaması gerekir. Bununla birlikte idarenin bu türden uygulamalarının örgütlenme özgürlüğüne müdahale edilmesinde kullanılma riski bulunmaktadır.
Öte yandan idari makamlar kanunlardan aldıkları yetkiyle bir derneğin faaliyetine müdahale edebilirler. Ancak kamu gücünü kullanan organların ilgili ve yeterli gerekçe göstermedikleri müdahale teşkil eden her kamu gücü eylem ve işlemi temel hak ve özgürlükleri ihlal edebilir.
Sendikal Faaliyetlere İstinaden İş Akdinin Feshi
Sendikal nedenlerle bir iş sözleşmesinin sonlandırıldığı iddia edildiğinde mevzuatın gerektirdiği hususların ve ispat koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğini değerlendirmek öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Derece mahkemelerinin olayın koşullarını değerlendirmek açısından daha avantajlı konumda olduğu açıktır. Anayasa Mahkemesinin rolü ise bu kuralların yorumunun Anayasa’ya uygun olup olmadığını belirlemekle sınırlıdır. Önemle değinmek gerekir ki derece mahkemeleri önündeki uyuşmazlık ne kadar Anayasa’da yer alan temel hak ve hürriyetleri ilgilendirirse Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında bu hak veya hürriyete ilişkin sınırlama ölçütlerini ve güvencelerini denetleme yetkisi o kadar artar. Anayasa Mahkemesinin temel görevi Anayasa’da yer alan hükümlerin yeknesak ve doğru bir biçimde uygulanmasını sağlamaktır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi, derece mahkemeleri tarafından izlenen usulü denetlemek ve özellikle mahkemelerin Anayasa’nın 51. maddesindeki güvenceleri gözetip gözetmediğini belirlemekle yetinmektedir. Dolayısıyla yapılan incelemede, derece mahkemelerinin yeri alınmamakta; kamusal makamların süreç içindeki tutumları sendika hakkı bağlamındaki usule ilişkin güvenceler açısından değerlendirilmektedir.
Sendika hakkının gerektirdiği pozitif yükümlülüklerin yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için her iki tarafın menfaatlerinin de mümkün olduğunca dengelenmesi ve taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca yol açılmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi, pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Olayın bütün koşulları ve taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip dengelenmediği değerlendirilmelidir.
Devletin pozitif yükümlülükleri, işveren tarafından yapılan müdahaleyle ilgili olarak usule ilişkin güvenceler kapsamında oluşturulan yargısal mekanizmaların etkili bir şekilde işletilmesini ve derece mahkemelerinin konuyla ilgili ve yeterli gerekçe ortaya koymasını gerektirmektedir.
♦ (Aydın Okutucu ve diğerleri, B. No: 2020/11279, 24/5/2023)
♦ (Emrah Üzegül ve diğerleri, B. No: 2020/22386, 7/6/2023)
♦ (Ahmet Yavuz, B. No: 2019/28133, 14/12/2023)
Valilik veya Kaymakamlıkların Talebi Üzerine İl ve İlçe Kongrelerini Yapmayan Siyasi Parti Yerel Teşkilatlarının Kendiliğinden Sona Erdiğinin Tespitine Karar Verilmesi
Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması rejimini düzenleyen 13. maddesinde hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği temel bir ilke olarak benimsenmiştir. Anayasa’nın 68. maddesi kapsamında korunan bir hakka yapılan müdahalenin kanunilik şartını sağladığının kabul edilebilmesi için söz konusu müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur.
Bir uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarının ve özellikle müdahalenin kanuni dayanağını oluşturan kanun hükümlerinin yorumlanması derece mahkemelerinin takdirindedir. Hakka yapılan müdahalenin kanuni dayanağını oluşturduğu ifade edilen hükümlerle ilgili olarak derece mahkemelerince geliştirilen yorumların isabetli olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bununla birlikte derece mahkemelerinin yorumlarının kanunun açık lafzıyla çelişkili olduğu veya kanun metni dikkate alındığında bireyler tarafından öngörülmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşıldığı hâllerde siyasi örgütlenme özgürlüğüne yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı kanaatine varılması mümkündür.
Anayasa Mahkemesi daha önce bir siyasi partinin herhangi bir üyesi kalmadığından kendiliğinden dağılma hâlinin ve buna bağlı olarak hukuki varlığının sona ermesinin tespit edilmesi talebini incelemiştir. Anayasa Mahkemesine göre 6216 sayılı Kanun’da siyasi partilerin dağılma durumunun tespit edilmesi taleplerinin karara bağlanmasının Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkisinde olduğu belirtildiğinden ilgililerin bu isteğin yerine getirilmesi için Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunması gerekir. Kararda 4721 sayılı Kanun’un 87. maddesinde bahsedilen ilgililerin siyasi partilerin hukuki ve mali sorumluluk sahibi yasal temsilcileri ile siyasi partilerin kapatılması davasını açmak ve sicil dosyalarını tutmakla görevli olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı olduğu belirtilmiştir (AYM, E.2015/2 (D. İş), K.2016/4, 16/3/2016).
Bundan başka bazı kaymakamlıklar da siyasi partilerin il ve ilçe teşkilatlarının kendiliğinden sona erdiğinin tespit edilmesi talebi ile Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesince verilen 15/11/2017 tarihli ve E.2017/7 (D. İş), K.2017/6; 15/11/2017 tarihli ve E.2017/8 (D. İş), K.2017/7; 15/11/2017 tarihli ve E.2017/9 (D. İş), K.2017/8 ile 31/5/2018 tarihli ve E.2018/6 (D. İş), K.2018/5 sayılı kararlarda 4721 sayılı Kanun’un 87. maddesi uyarınca kaymakamlıkların siyasi partilerin il ve ilçe teşkilatlarının dağılma hâllerinin ve buna bağlı olarak hukuki varlıklarının sona erdiğinin tespitini talep etme yetkilerinin bulunmadığı vurgulanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin E.2018/13 (D.İş) sayılı kararında ise siyasi parti tüzel kişiliklerinin, il ve ilçe teşkilatlarını kapsayan bir bütün olduğu, dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin siyasi parti tüzel kişiliğinden ayrı tutarak il ve ilçe teşkilatlarının süresi içinde kongrelerini yapmadıklarından bahisle hukuki varlıklarının sona erdiğini tespit etme imkânı bulunmadığı vurgulanmıştır.
Bu ilkeler doğrultusunda Halkın Kurtuluş Partisi (3) [GK], B. No: 2019/30833, 27/9/2023 kararına konu somut olaydaki gibi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yazısı üzerine kaymakamlıklar ve valiliklerin başvurucu Partinin il ve ilçe teşkilatlarının kendiliğinden sona erdiğinin tespitini sulh hukuk mahkemelerinden talep etmesi ve sulh hukuk mahkemelerinin de bu talepleri karara bağlamasının kanunilik şartını karşılamadığına ve başvurucunun siyasi örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiğine karar verilmiştir. Kamu makamları gerek 2820 sayılı Kanun'un 3. maddesi kapsamında siyasi parti tüzel kişiliklerinin teşkilatlarla bir bütün olduğunu gerek 4721 sayılı Kanun'un 87. maddesinde "her ilgili" ifadesinin kaymakamlık ve valilikleri kapsamadığını dikkate almamış, Dolayısıyla davada uygulanan kuralların amacını aşan, genişletici ve öngörülemez bir yorum getirmiştir.
♦ (Halkın Kurtuluş Partisi (3) [GK], B. No: 2019/30833, 27/9/2023)
Kamu Görevlilerinin Toplu Sözleşme Hakkına Yapılan Kısıtlamanın Zorunlu Toplumsal İhtiyaca Dayanmaması
Anayasa'nın 53. maddesinde kamu görevlileri ile memurların toplu görüşme hakkı Anayasa'da 7/5/2010 tarihinde yapılan değişiklikle birlikte açıkça düzenlenmiştir. Ancak değişiklikten önceki dönemde de Anayasa'nın 51. maddesi dolayısıyla sendika hakkı bireylere topluluk hâlinde siyasal, kültürel, sosyal ve ekonomik amaçlarını gerçekleştirme imkânı sağlamakta idi.
Sendika hakkı temel olarak sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkı, bir sendikanın üyeleri adına işveren tarafının kendisini dinlemesini talep etme hakkı ve ilke olarak işveren tarafıyla toplu pazarlık hakkını içerir. Toplu pazarlık hakkı, toplu sözleşme özerkliğini de kapsayan bir haktır. Toplu sözleşme hakkı ise çalışanlara, üyesi bulundukları sendikalar aracığıyla işverenle karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal durumlarını ve çalışma şartlarını düzenlemek amacıyla görüşme ve anlaşma yapabilme yetkisi tanır. Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler çerçevesinde toplu görüşme ve dolayısıyla idareyi toplu sözleşme yapmaya ikna etme hakkını reddetme sendika hakkına müdahale anlamı taşımaktadır. O hâlde toplu sözleşme yapma hakkının 2010 yılında Anayasa'nın 53. maddesine eklenmiş olması ve bu tarihten önce bu hakkı uygulamaya koyacak gerekli mevzuatın eksikliği kamu görevlilerin anılan hakka sahip olmadığı şeklinde yorumlanamaz.
Bu doğrultuda Semiha Ayhan Yundan, B. No: 2018/27682, 4/10/2023 kararında Anayasa Mahkemesi yetkili mahkemelerin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun aylık, ücret, ödenek, hizmetle ilgili her çeşit ödeme ve bunların şekil ve şartları bakımından 657 sayılı Kanun’un uygulanması gerektiğini düzenleyen 146. maddesi hükmünü yorumlarken Anayasa'nın sendika hakkına ilişkin hükümlerini ve uluslararası düzenlemeleri gözardı eden oldukça dar bir yorumu benimsediğini tespit etmiş ve bu yorumun bir belediye ile sendika arasında sendika üyelerinin menfaatlerine yapılan ve sendika hakkının özünde var olan bir sözleşmenin iptalini haklı göstermeye yeterli gelmediği kanaatine ulaşmıştır.
Din Özgürlüğüyle Bağlantılı Dernek Kurma Hakkının İhlali
Anayasa'nın 33. maddesinde yer verilen "dernek kurma hakkı" tabiiyetine bakılmaksızın herkese tanınmış bir haktır.
Dernek ve vakıf gibi sivil toplum kuruluşları yasal yapılar olmaları sebebiyle vicdan özgürlüğü yönünden mağdur statüsü taşıyamaz. Bununla birlikte bu yapılar belirli bir dinin yahut inancın yayılması için faaliyette bulunabileceği gibi bizatihi bir dinin yahut inancın temsilcisi konumunda da olabilir.
Örgütlenme özgürlüğünün bir şekli veya özel bir yönü olan dernek hakkı; kişi açısından dernek kurma özgürlüğünün yanı sıra derneğe üye olma, derneğin etkinliklerine katılma ve mensuplarının menfaatlerini korumak üzere faaliyetlerde bulunma gibi hakları da içermektedir. Dernekler ise belirli bir amacın gerçekleştirilmesi ya da izlenmesi için kişilerin bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirdikleri örgütlenmiş ve tüzel kişilikle donatılmış kişi topluluklarıdır. Anayasa'nın 33. maddesi temel olarak dernek hakkının kullanılması sırasında kamu makamlarının keyfî müdahalelerine karşı korunmayı amaçlamaktadır.
Anayasa koyucunun tüm din ve inançlara karşı eşit bir mesafede durma tercihinin doğal bir sonucu olarak Anayasa'nın 24. maddesinde öngörülen koruma; çeşitli dinî, felsefi inanış ve inançsızlıkları da kapsamaktadır. Bu kapsama bir dinin geleneksel olmayan ve toplumun genelinde kabul görmeyen yorumları da dâhildir. Bu bağlamda hangi ilke ve öğretilerin bir din için makbul olarak kabul edilebileceği mahkemelerin de takdir alanında değildir.
Şüphesiz ki kamu otoriteleri ve mahkemeler dinî amaçlarla kurulmuş bir derneğin yahut vakfın toplum için zararlı faaliyetler yürütüp yürütmediğini denetleme hakkına sahiptir. Bununla birlikte böyle bir denetim, dinî amaçla kurulan vakıf ve dernekleri kuranların veya üyelerinin inançlarının toplumun genelinde kabul görüp görmediğinin değerlendirilmesi olarak anlaşılamaz. Devletin görevi, varsayımlara dayanarak dinî örgütleri yasaklamak, başka bir deyişle hak ve özgürlükleri kısıtlamak değil bireylerin karşılıklı tanıma ve tahammül içinde yaşamasını sağlayacak tedbirleri almaktır.
♦ (International Mihr Foundatıon, B. No: 2016/9302, 18/10/2023)
Örgütlenme Özgürlüğüne Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olmaması
Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır (sendikalarla ilgili olarak bkz. Kristal-İş Sendikası, B. No: 2014/12166, 2/7/2015, §§ 53, 70, 74; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 73; Birleşik Metal İşçileri Sendikası, B. No: 2015/14862, 9/5/2018 §§ 42, 43; derneklerle ilgili olarak bkz. Hint Aseel Hayvanları Koruma ve Geliştirme Derneği ve Hikmet Neğuç, B. No: 2014/4711, 22/2/2017, § 45). Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir.
Buna göre örgütlenme özgürlüğüne yapılan bir müdahale, zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak değerlendirilemez. O hâlde örgütlenme özgürlüğüne yargısal veya idari bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olup olmadığına, bu bağlamda toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp karşılamadığına ve sınırlamanın izlenen amaçlarla orantılılığına bakmak gerekir.