5.10.2018

BB 56/18

Doğumda Tıbbi İhmal Sonucu Çocukta Kalıcı Sakatlığa Yol Açılması Nedeniyle Maddi ve Manevi Varlığın Korunması ve Geliştirilmesi Hakkının İhlal Edilmesi

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 19/7/2018 tarihinde, Hamdullah Aktaş ve Diğerleri (B. No: 2015/10945) başvurusunda Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Olaylar

Anne ve baba, doğumundan birkaç gün sonra kızlarının sol kolunu kullanamadığını fark etmiştir. Yapılan kontrollerde, doğum esnasında çocuğun kolunda sinir zedelenmesi olduğu tespit edilmiştir. Çocuğun tedavisi devam etmektedir.

Anne ve baba, sinir zedelenmesinin, doğuma katılan sağlık personelinin yanlış ve ihmal içeren davranışı nedeniyle meydana geldiğini ileri sürerek, uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini talebiyle İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır.

Mahkeme, Adli Tıp Kurumu raporuna göre çocuğun doğum sırasında sol kolunun sakat kalmasında davalı idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.

Danıştay, maddi tazminat isteminin reddi yönünden kararı onamış ancak olayın aydınlatılmasını sağlayacak verilerin bulunduğu hasta dosyasının muhafaza edilmemesi nedeniyle sağlık hizmetinin eksik ve kusurlu işletildiği kanaatiyle manevi tazminat yönünden bozmuştur.

Başvurucuların onama kararına karşı karar düzeltme talepleri reddedilmiştir.

İddialar

Başvurucular, maddi tazminat isteminin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır.

Buna göre devletin kişilerin maddi ve manevi varlıklarına yönelen müdahaleleri önleme, önlenememiş olan müdahalelere yönelik olarak da gerekli soruşturma, kovuşturma, failleri tespit edip cezalandırma ve gerektiğinde bundan doğan zararları etkili bir şekilde bizzat karşılama veya sorumlularına karşılatma yükümlülüğü bulunmaktadır.

Söz konusu pozitif yükümlülük sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur.

Somut olayda doğum öncesi tetkiklerde bebeğin sağlıklı gelişip gelişmediği, doktor tarafından annenin muayene edilip edilmediği hatta doğum ağırlığının tespiti konusunda herhangi bir girişimde bulunulup bulunulmadığı derece mahkemesince açıklığa kavuşturulmamıştır.

Normal doğum yöntemiyle dünyaya gelen çocuğun ağırlığı 5 kilogramdır. Başvurucu anne, doğuma hazırlanma sürecinde hastanede yatmasına karşın bebeğin doğum ağırlığının tespitinin yapılmamasının sebebi anlaşılamamıştır. Çocuğun yaklaşık doğum kilosunun tespit edilmesi hâlinde normal doğum yöntemiyle doğum yapılmasının risk taşıyıp taşımayacağına dair bilgiye bilirkişi raporunda yer verilmemiştir.

Karşılaşılabilecek riskli durumların öngörülmesi durumunda doğum şekline gösterilen rızanın değişebilmesi mümkün olduğundan rıza, riskler yönünden bilgilendirme yapıldığı takdirde geçerli kabul edilmelidir. Somut olayda başvurucuların, normal doğum yönteminin tercih edilmesinde karşılaşılabilecek risklerden haberdar edilmedikleri anlaşılmaktadır. Derece mahkemeleri kararlarında başvurucuların aydınlatılarak rızalarının alınıp alınmadığı tartışılmamıştır.

Öte yandan başvurucular doğumun ebelerin yardımıyla gerçekleştiğini, doktorun doğuma katılmadığını belirtmişlerdir. Normal doğum yöntemiyle gerçekleşen doğumların ebelerin refakatiyle gerçekleşmesi olağandır. Fakat acil durumda veya tıbbi karar alma süreçlerinde doktor bilgisine ve müdahalesine başvurulması gerektiği de dikkatten kaçırılmamalıdır. Bu durumda idarenin eyleminin tıp kurallarına uygun olduğu görüşünü içeren bilirkişi raporu esas alınarak verilen mahkeme kararının ilgili ve yeterli gerekçeye dayandığının kabul edilmesi güçtür.

Çocuktaki sakatlığın sağlık personeli tarafından tespit edilemediği, başvurucular taburcu olduktan sonra farkına varıldığı anlaşılmaktadır. Yaşanan gecikmenin tedavi sürecine etkisine dair bilirkişi raporunda bir açıklama yapılmadığı gibi derece mahkemelerince de bu hususun tartışılmadığı görülmektedir.

Başvurucu anneye ilişkin hastane dosyasının muhafaza edilmemesi nedeniyle sağlık hizmetinde oluşan kusurun neden sadece manevi zarar doğurduğuna ve herhangi bir maddi zarara yol açmadığına dair herhangi bir gerekçeye de yer verilmemiştir.

Öte yandan Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar ve somut başvuruya konu yargılama sürecinin niteliği dikkate alındığında toplam 8 yıl 2 ay 21 günlük yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı ile Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir.