22.12.2016

BB 45/16

Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı ile Masumiyet Karinesine İlişkin Süleyman BAĞRIYANIK ve Diğerleri Kararı Basın Duyurusu

Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, 16/11/2016 tarihinde Süleyman Bağrıyanık, Ahmet Karaca, Özcan Şişman ve Aziz Takcı tarafından yapılan bireysel başvuruda (B. No: 2015/9756), açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle başvuruların kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

Olaylar

Olay tarihleri itibarıyla başvuruculardan Süleyman Bağrıyanık, Adana Cumhuriyet başsavcısı; Ahmet Karaca, Adana Cumhuriyet başsavcı vekili (TMK mülga 10. maddeyle görevli); Aziz Takcı ve Özcan Şişman, Adana Cumhuriyet savcısı (TMK mülga 10. maddeyle görevli) olarak görev yapmaktadır.

a. 1/1/2014 Tarihli Olay

1/1/2014 günü saat 15.29’da Hatay 156 Jandarma İhbar Merkezine gelen bir ihbarda, Reyhanlı-Kırıkhan-İslahiye üzerinden Kilis’e gidecek tır ve otomobil ile terör örgütüne silah götürüleceği belirtilmiştir.

İhbarda belirtilen tır ve otomobil, bir trafik polisi tarafından durdurulmuştur. Tırda bulunan kişinin Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) mensubu olduğunu ifade etmesi ve görev kimliğini göstermesi üzerine durum Emniyet ve Jandarma birimlerine iletilmiş, polis görevlileri olay mahallinden ayrılmıştır.

Kırıkhan Cumhuriyet Başsavcısı, telefonla olayı başvurucu Özcan Şişman’a haber vermiş; bunun üzerine başvurucu Aziz Takcı tarafından “terör örgütlerine silah sağlama” suçundan soruşturma başlatılmış ve arama kararı verilmiştir.

Olay yerinde bulunan Jandarma personeli, yaptıkları görüşmeler sonucunda, “şahısların MİT mensubu olduğu, her iki aracın da MİT’e ait olduğu, içerisinde bulunan tüm malzemelerin de devlet sırrı niteliği taşıdığı bilgisine” ulaşmış; Jandarma görevlilerince, araçlardaki kişilere ait MİT kimliği görülmüştür. Bu durumun bildirilmesi üzerine başvurucu Özcan Şişman, en kısa sürede olay yerine intikal edileceğini ve araç etrafında gerekli güvenlik önlemlerinin alınmasına devam edilmesini söylemiş; ayrıca “arama kararının kendisi gelmeden icra edilmemesi” yönünde talimat vermiştir.

Başvurucu, olay yerine gelince yine kendi emriyle (sonradan) buraya intikal etmiş olan polis görevlilerine tırın aranması talimatını vermiş; MİT personelinin direnç göstermesi üzerine tır aranamamıştır. Sonrasında polis görevlileri üstlerinden gelen talimat doğrultusunda olay mahallinden uzaklaşmışlardır. Bunun üzerine MİT personeli tır ve otomobil ile olay yerinden ayrılmış, böylece tırda arama yapılamamıştır.

Öte yandan tırın durdurulması üzerine Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı ile başvurucu Süleyman Bağrıyanık arasında telefon görüşmeleri gerçekleşmiştir. Başvurucunun anlatımlarına göre bu görüşmelerde başvurucuya durdurulan tırın MİT’in kontrolünde olduğu, MİT Kanunu’ndaki özel düzenleme nedeniyle Başbakanlık izni olmadan tırda arama yapılamayacağı, yalnızca tırın MİT’in kontrolünde olduğunun ve görevlilerin de MİT mensubu olduğunun tespitiyle yetinilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

b. 19/1/2014 Tarihli Olay

19/1/2014 günü saat 07.29’da Adana 156 Jandarma İhbar Merkezine gelen bir ihbarda Ankara’dan patlayıcı yüklü üç adet tırın geldiği, tırların bir iki saat içinde Adana’ya varmak üzere olduğu belirtilmiştir.

Başvurucu Aziz Takcı, ihbarın Kırıkhan’da yaşanılan MİT’e ait tırın durdurulması olayı ile bağlantılı olabileceği değerlendirmesiyle arama kararı vermiştir.

Aramanın Adana ili Ceyhan ilçesi Sirkeli otoyol gişelerinde yapılması kararlaştırılmış; MİT’e ait yüklerin bulunduğu üç tır ve bu tırlara eşlik eden bir otomobil, oluşturulan arama noktasında durdurulmuştur. Jandarma görevlilerince, araçlarda bulunan kişilerin MİT personeli ve araçlardaki yükün de MİT’e ait olduğu tespit edilmiştir. Bu durum, başvurucu Aziz Takcı’ya telefonla bildirilmiş, başvurucu söz konusu tırlarda arama yapılmasına yönelik talimatını yinelemiştir.

Jandarma personelince tırların aranmasına başlanmış ancak MİT görevlileri arama işlemine karşı koymuşlardır. Buna rağmen tırlardan biri aranmış, diğer iki tır ise olay yerine gelen Aziz Takcı’nın talimatıyla yeniden aranmaya başlanmıştır.

Arama faaliyetinin devam ettiği sırada olay yerine Adana Valisi, Emniyet Müdürü, İl Jandarma Komutanı ve MİT Bölge Başkanı gelmiştir. Başvurucu Aziz Takcı ile bu kişiler arasında yapılan görüşmeler sonucunda MİT personelinin sicil numaraları tespit edilerek tutanağa bağlanmış, ayrıca MİT Adana Bölge Başkanlığı tarafından Adana Valiliğine hitaben düzenlenen yazının bir örneğinin başvurucuya verilmesi kararlaştırılmıştır. Bunun üzerine tırlarda arama işlemine devam edilmemiş ve tırlar MİT yetkililerine teslim edilmiştir.

c. Olaylara İlişkin Soruşturma

MİT Müsteşarlığı, söz konusu her iki olayda görev alan kişilerin ve araçların MİT Kanunu ile Müsteşarlığa verilen görev ve yetkiler uyarınca ülkenin millî menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetler kapsamında bulunduğunu, Adana Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak bildirmiştir. Başsavcılık bu olaylarda görev yapan MİT personeli hakkında “söz konusu araçlarla yapılan faaliyetlerin, MİT’in görevi kapsamında icra edilen faaliyetlere ilişkin olduğu, bu nedenle olaylarda bir hukuka aykırılık ve suç bulunmadığı” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

d. Başvurucuların Tutuklanması

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), başvurucular hakkında soruşturma izni vermiştir. HSYK Başmüfettişliği 5/5/2015 tarihinde Tarsus 2. Ağır Ceza Mahkemesine başvurarak başvurucular hakkında “Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini cebir şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya veya görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin güvenliğine ve siyasal faaliyetlerine ilişkin bilgileri temin edip ifşa etme” suçlarından yakalama kararı verilmesini talep etmiş, Mahkemece anılan talep kabul edilmiştir. Mahkeme 8/5/2015 tarihinde sorgusunu yaptığı başvurucuların isnat edilen suçlardan tutuklanmalarına karar vermiştir.

Başvurucular hakkında yapılan soruşturma sonunda HSYK İkinci Dairesi, kovuşturma yapılmasını gerekli görmüş, ayrıca başvurucuların meslekten çıkarma cezası ile cezalandırılmalarına ve karar kesinleşinceye kadar görevden uzaklaştırılmalarına karar vermiştir.

Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığının 3/7/2015 tarihli iddianamesiyle başvurucuların “Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini cebir şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme ve devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklama” suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları talep edilmiştir. Yargıtay 16. Ceza Dairesinde başvurucuların yargılanmalarına başlanmıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla derdest olup başvurucuların tutukluluk hâli devam etmektedir.

Öte yandan ülkemizde 15/7/2016 gecesi yaşanılan darbe teşebbüsü sonrasında ilan edilen olağanüstü hâl çerçevesinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin 3. maddesi uyarınca HSYK Genel Kurulunun 24/8/2016 tarihli kararı ile “FETÖ/PDY (Fetullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması) örgütü ile iltisak ve irtibatlarının olduğu” gerekçesiyle başvurucuların meslekten çıkarılmalarına karar verilmiştir.

Başvurucuların İddiaları

Başvurucular, birinci sınıf hâkim (savcı) olmalarına ve olayda suçüstü hâli koşullarının bulunmamasına rağmen kanuna aykırı olarak “doğal hâkim” ilkesine aykırı bir şekilde nöbetçi olmayan Mahkeme tarafından tutuklandıklarını, bu Mahkemenin tarafsız ve bağımsız olmadığını; kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunmaksızın, savcılık mesleğine ilişkin kanundan kaynaklanan görevlerini yerine getirmeleri ve görev gereği verdikleri kararlarda ve resmî metinlerde açıkladıkları hukuki görüşleri dolayısıyla tutuklanmalarına karar verildiğini; soruşturma dosyasında kısıtlama kararı verilmesi ve yapılan bazı uygulamalar dolayısıyla hürriyetten yoksun bırakılmaya karşı itiraz haklarını etkili bir şekilde kullanamadıklarını; tutukluluk incelemesinin yapıldığı duruşmaya katılımlarının engellendiğini; Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı tarafından yapılan bazı açıklamalar nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesi bu iddialar kapsamında özetle aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır:

a. Masumiyet Karinesi Yönünden

Anayasa Mahkemesine göre masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Masumiyet karinesi, bir kimsenin suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kamu yetkilileri tarafından suçlu ilan edilmesine karşı koruma sağlamakta ise de yürütülmekte olan bir ceza soruşturması hakkında yetkililerin kamuoyuna bilgi vermesini engellemez. Ancak soruşturma aşamasında da masumiyet karinesi geçerli olduğundan, bilgi verilirken gereken bütün dikkat ve ihtiyat gösterilmelidir.

Somut olayda, MİT’e ait tırların durdurulması sonrasında yaşananlar kamuoyu tarafından yakından takip edilmiş ve uzun bir süre ülke gündeminde yer almıştır. Siyasi çevrelerde durdurulan tırlardaki malzemelerin içeriğine ve tırların güzergâhına dair çeşitli yorum ve değerlendirmelerde bulunulmuş, konu üzerinde yoğun siyasi tartışmalar yaşanmıştır. Cumhurbaşkanı’nın ve Adalet Bakanı’nın, başvurucuların isimlerini zikretmeden, ulusal güvenliğe ve hükûmete yönelik bir eylem olarak değerlendirdikleri söz konusu faaliyetlere ve bu faaliyetlerin icra ediliş şekline yönelik eleştiri ve açıklamalarının bağlam ve şartları ile içeriği birlikte değerlendirildiğinde ve MİT’e ait tırların durdurulmasına ve aranmasına yönelik tartışmaların güncelliği nedeniyle ortaya çıkan kamusal yarar dikkate alındığında bu açıklama ve eleştiriler ile başvurucuların suçlu olarak nitelendirilmesinin ya da suçlu muamelesine tabi tutulmasının söz konusu olmadığı sonucuna varılmıştır.

Bu nedenle başvurunun bu kısmının, açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.

b. Tutuklama Kararları Yönünden

Anayasa Mahkemesine göre suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla ya da bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilirler. Bu çerçevede bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir.

Somut olayda başvurucular hakkında verilen tutuklama ve tutuklamaya itirazın reddi kararlarında belirtilen ve tutuklamaya dayanak alınan “şüpheli beyanları, tanık ifadeleri, Adana Cumhuriyet Başsavcılığının bir kısım soruşturma dosyası, HTS kayıtları, nöbet listesi, (dosya) inceleme tutanakları, görüntü CD’lerine ait inceleme tutanakları, Adana ve Hatay Valiliklerinin cevap yazıları” gibi delillerin içeriği, tutuklamaya konu eylemlere ilişkin başvurucular hakkında düzenlenen inceleme ve soruşturma raporunda yer alan tespit ve değerlendirmeler, iddianame ile başvuruculara isnat edilen eylemler birlikte değerlendirildiğinde başvurucular yönünden suç işlemiş olabileceklerinden şüphelenilmesi için inandırıcı delillerin bulunduğu sonucuna varılmaktadır.

Diğer taraftan tutuklama tedbirinin Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütlerden biri olan ölçülülük ilkesi kapsamında “gerekli” olup olmadığının da değerlendirilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi, bu hususlara ilişkin anayasal denetimi, başvurucular hakkında hâlen devam eden bir yargılama olduğunu gözönünde tutarak sadece tutuklamaya ilişkin süreç ile tutuklama gerekçeleri üzerinden yapmıştır.

Başvurucular hakkında verilen tutuklama kararında tutuklama nedeni olarak başvuruculara isnat edilen suçun katalog suçlardan olmasına ve öngörülen cezaların alt ve üst sınırları nazara alındığında orantılılık ilkesinin bulunduğuna dayanılmıştır.

Başvuruculara isnat edilen Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasına kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve Kanun gereği “tutuklama nedeni varsayılabilen” suçlar arasında olduğundan olayda bir tutuklama nedeninin bulunduğu görülmektedir. Ayrıca kişinin mahkûmiyeti hâlinde alacağı hapis cezasının ağırlığı, kaçma şüphesinin varlığına işaret eden durumlardan biridir. Buna göre başvurucular hakkındaki soruşturmada bir tutuklama nedeninin bulunmadığı söylenemez. Ayrıca soruşturma süreci gözönüne alındığında tutuklamanın gerekli olmadığı sonucuna varılması için herhangi bir nedenin bulunmadığı anlaşılmıştır.

Öte yandan başvurucular soruşturma makamlarınca, bir kısım kamu görevlisi ile birlikte planlı ve sistematik bir şekilde yürütülen organizasyonun parçası olarak ve örgütlü bir şekilde hareket ederek görevlerinden kaynaklanan yetkilerini kötüye kullanmak suretiyle yetkili olmadıkları hâlde verdikleri arama kararları ve talimatlar ile yaptıkları/yaptırdıkları soruşturma işlemleriyle devletin güvenliği veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken ve MİT tarafından gerçekleştirilip özünde devlet sırrı niteliğinde olan faaliyetleri ifşa etmekle suçlanmaktadırlar. Başvurucular hakkındaki tutuklama kararının, görev gereği yapılan işlemler nedeniyle değil, yetkileri olmadığı hâlde kasıtlı bir şekilde mesleki konumlarını ve mesleklerinden kaynaklanan yetkilerini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükûmetini zor durumda bırakmak ve itibarsızlaştırmak, terör örgütlerine yardım ettiği görüntüsü vererek uluslararası yargı organları nezdinde hukuki ve cezai sorumluluk altına sokmak amacıyla kullandıkları iddiasıyla verildiği görülmektedir. Dolayısıyla başvurucuların görevleri kapsamında yürüttükleri yargısal bir faaliyet nedeniyle tutuklandıkları iddiası da yerinde değildir.

Bu nedenle başvurunun bu kısmının, açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.

c. Diğer Şikâyetler Yönünden

Başvurucuların “doğal hâkim” ilkesine aykırı olarak kurulan, bağımsız ve tarafsız olmayan yetkisiz mahkemece tutuklandıkları; gizlilik (kısıtlama) kararı nedeniyle suçlamalara ilişkin delillere erişememeleri ve sorgu sırasında alınan ifadelere ilişkin Ses ve Görüntülü Bilişim Sistemi yoluyla yapılan kayıtların imajlarının kendilerine verilmemesi nedenleriyle tutukluluğa itiraz bağlamında savunma haklarının kısıtlandığı; tutukluluk incelemesinde duruşmaya katılımlarının engellendiği iddiaları bakımından ise bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısımları yönünden de açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir.

Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir.