1.7.2016

BB 34/16

Mülkiyet ve Makul Sürede Yargılanma Haklarına İlişkin Tasfiye Halinde Cemtur Seyahat ve Turizm Ltd. Şti. Kararı Basın Duyurusu

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, 1/6/2016 tarihinde Tasfiye Halinde Cemtur Seyahat ve Turizm Ltd. Şti. tarafından yapılan bireysel başvuruda (B. No: 2013/865), Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan mülkiyet ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Olaylar

Başvurucu, hizmet sözleşmesi kapsamında personel taşıma hizmetleri verdiği borçlu Ulusal Basın Gazetecilik Matbaacılık ve Yayıncılık AŞ’den (Şirket) tahsil edemediği alacakları için 8/1/2003 tarihinde İstanbul 7. İcra Müdürlüğü nezdinde İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkemesinde ilamsız icra takibi başlatmış, Şirket tarafından 13/1/2003 tarihinde borca itiraz edilmesi üzerine 24/2/2003 tarihinde itirazın iptali davası açmıştır. Dava devam ederken Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) 3/7/2003 tarihinde İmar Bankasına el koymuş, Şişli 2. Sulh Ceza Mahkemesi ise, 26/8/2003 tarihinde İmar Bankası soruşturması kapsamında aralarında borçlu Şirketin de olduğu 179 şirketin zorunlu giderler dışında hak ve alacaklarının dondurulması kararı vermiştir. Başvurucu 9/3/2004 tarihli duruşmada, belirlenen 287.790 YTL alacak miktarını kabul etmiş, Mahkeme, davalının itirazının iptaline, icra inkâr tazminatının tahsiline karar vermiştir.

İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi, 11/5/2004 tarihli ara kararıyla daha önce Şişli 2. Sulh Ceza Mahkemesinin verdiği tedbir kararını genişleterek, Borçlu Şirketin de aralarında bulunduğu Uzan Grubu şirketlerinin faaliyetlerine devam edebilmeleri için yapabilecekleri ödemeler listesini karara bağlamıştır. Bahsedilen kararda personel taşıma ücretleri de ödenebilir kalemler arasında sayılmıştır.

Başvurucu, kesinleşen karar sonrasında takibe davam etmiş, 12/5/2004 ve 26/5/2004 tarihli taleplerle Borçlu Şirketin menkul ve gayrimenkulleri üzerine haciz işlemi uygulanmış, ayrıca 12/5/2004 tarihli taleple Türk Patent Enstitüsünce 17/5/2004 ve 15/6/2004 tarihlerinde Borçlu Şirket adına tescilli 4 adet marka (star, starlife, star tek ve ulusal medya) ile İstanbul Valiliğince 18/6/2004 ve 21/6/2004 tarihlerinde başta Star Gazetesi olmak üzere 118 adet yayın üzerine haciz kararı işlenmiştir. TMSF ise Borçlu Şirket hakkında 6183 sayılı Kanuna dayanarak 18/5/2004 tarihinde 7.739 milyon YTL haciz işlemi uygulamıştır.

Başvurucu, ayrıca borçlu Şirket hakkında 10/6/2004 tarihinde iflas yoluyla takip talebinde bulunmuş, TMSF yönetimindeki borçlu Şirket vekili 3/8/2004 tarihinde başvurucunun icra takiplerinin durdurulmasını talep etmiştir.

Yapılan itiraz sonrasında İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesinde görülen iflas davasına TMSF vekili 15/2/2005 tarihli dilekçesiyle müdahil olup 22/2/2005 tarihli duruşmada, Fon Kurulu kararıyla Borçlu Şirketin yönetim ve denetiminin Fona geçtiği ve üzerinde tedbir bulunduğu, Borçlu Şirket üzerinde TMSF’nin 6183 sayılı Kanuna göre başlattığı 7.7 milyar YTL tutarlı haciz bulunduğu, İcra İflas Kanunu’nun 206. maddesine göre bu alacağın 3. sırada, başvurucunun alacağının ise 4. sırada bulunduğu, 4389 sayılı mülga Kanunun 16. maddesinin ikinci fıkrası gereği Borçlu Şirket aleyhine devam eden tüm icra ve iflas takibatının durması gerektiği yönünde beyanda bulunmuştur. Başvurucu vekili ise aynı tarihli yazılı beyanında, İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesinin önceki tedbir kararını genişleten kararını dile getirerek TMSF vekilinin itirazının iyi niyetli olmadığı yönünde beyanda bulunmuştur.

TMSF Fon Kurulunun 23/6/2005 tarihli ve 249 sayılı kararıyla, Borçlu Şirket de dâhil olmak üzere Star Medya grubuna ait beş şirketin mal, hak ve varlıklarının iktisadi ve ticari bütünlük oluşturularak satılmasına karar verilmiş ve satışının 15/9/2005 tarihinde yapılacağı ilan edilmiştir.

İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi 20/12/2005 tarihli kararıyla TMSF tarafından el konan şirketlerin iki yıl içinde iktisadi bütünlük oluşturan mahcuzlarının üçüncü kişiler tarafından muhafaza altına alınmasının ve satışının talep edilemeyeceği, iflaslarına karar verilemeyeceği gerekçesiyle iflas talepli davayı reddetmiştir. Yargıtay bu kararı onamıştır.

Eylül 2005 ile Mart 2006 arası dönemde Grubu şirketlerinin ticari ve iktisadi bütünlük oluşturan varlıkları TMSF tarafından 4389 sayılı mülga Kanuna göre yapılan ihaleler ile satılmıştır. Bu kapsamda Borçlu Şirketle birlikte 5 şirketin mal, hak ve varlıklarından oluşan Star Gazetesi Ticari ve İktisadi Bütünlüğü, 25/1/2006 tarihinde gerçekleştirilen ihale ile 8.000.000 USD bedel ile satılmış ve faiziyle beraber 8.779.463,17 USD tahsil edilmiştir. Tahsil edilen bedelden vergi ve sosyal güvenlik alacakları tahsil edildikten sonra kalan miktar TMSF’ye aktarılmıştır.

Fon Kurulu 16/11/2006 tarihinde satışlar sonrasında değer ifade eden varlığı kalmayan borçlu Şirketin tasfiyesine karar vermiştir. Borçlu Şirketin tasfiyeye esas bilançosunda başvurucunun alacağı 4. sırada 59.517,06 TL olarak kaydedilmiştir. TMSF alacağı ise 9/5/2012 tarihli Ticaret Sicil Gazetesinde yayımlanan sıra cetvelinde 21 milyar TL olarak gösterilmiştir.

Borçlu Şirketten alacağını tahsil edemeyen başvurucu, alacağının ödenmesini talep eden 20/7/2006 tarihli ihtarnamesine TMSF yönetiminden yanıt alamayınca, bu zımni ret kararı aleyhine İstanbul 8. İdare Mahkemesi nezdinde 17/11/2006 tarihinde iptal ve alacağın yasal faiziyle birlikte tazmini talebiyle dava açmış, Mahkeme 20/2/2008 tarihli kararıyla ve “Borçlu Şirketin borçlarının Fon tarafından ödenmesi gerektiğine ilişkin herhangi bir yasal yükümlülük de bulunmadığı” gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Danıştay tarafından, başvurucunun temyiz ve sonrasında karar düzeltme taleplerinin reddine karar verilmiştir.

Başvurucunun İddiaları

Başvurucu; Borçlu Şirketin satılan mal ve varlıkları üzerinde haciz işlemi yaptırmış olduğu ve alacağı tahsil edilebilir bir aşamaya getirdiği halde yapılan kamu müdahaleleri sonucunda kendisine bir ödeme yapılmaması, TMSF yönetiminin yetkisini üçüncü kişilerin mülkiyet hakkını ihlal edecek biçimde keyfî olarak kullanması, oluşan zararın Bankanın batmasına sebep olanlar yerine üçüncü kişilere yüklenmesi, diğer bazı alacaklılara ödeme yapıldığı hâlde kendisine yapılmaması, Borçlu Şirket tasfiye edildiği için alacağını tahsil etme imkânının kalmaması, mahkeme kararlarının gerekçesiz olması, yargılama sürelerinin uzun olması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesi bu başvuru kapsamında özetle aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır:

a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası Yönünden

Gerek Bakanlık gerekse TMSF Hukuk İşleri Daire Başkanlığı, başvurucunun alacağına kavuşamamasının kamu idaresinin kusurundan değil borçlu Şirketin mal varlığının kalmaması sonucu gerçekleştiği yönünde görüş bildirmiştir. Başvurucunun tahsil edilebilir aşamaya getirdiği alacağı TMSF’nin yaptığı müdahaleler ile engellenmiştir. Başvurucuya ödeme kabiliyeti kalmayan borçlu Şirketin tasfiye sürecine, başvurucu dâhil edilmemiş, tüm işlemler TMSF tarafından yürütülmüştür. Bütün bu koşullar altında başvurucunun muhatabının sadece tüm mal varlıkları tasfiye edilmiş, borca batık ve TMSF kontrolündeki şirket olduğunu, TMSF’nin hiçbir sorumluluğunun bulunmadığını ve başvurucunun alacağına ulaşamaması sürecinin normal bir icra ve iflas takibi süreci sonunda meydana geldiğini kabul etmek mümkün değildir.

TMSF’nin banka kaynaklı alacaklarına öncelik, üstünlük ve ayrıcalık tanıyan düzenlemelere dayanılarak gerçekleştirilen işlemler sonucu başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale edildiğinden müdahaleler, devletin mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da mülkiyeti düzenleme yetkisi kapsamında incelenmiştir.

Başvurucunun Borçlu Şirket ile olan ilişkisi personel servisi yapmak üzere hizmet sözleşmesine dayanan ticari bir ilişki olup bankacılık faaliyetleriyle, banka kaynaklarının kullanılması veya bankanın zarara uğratılması ile ilgili değildir. Bu durumda başvurucunun el konan bankanın kamu tarafından üstlenilen zararları karşısındaki durumu iyi niyetli üçüncü kişi olarak değerlendirilebilir.

Başvurucunun borçlu Şirketten olan ve yaptığı hacizler ile tahsil etme aşamasına getirdiği alacağını tahsil etmesi, borçlu Şirkete TMSF tarafından el konması sonrasında yapılan kamu müdahaleleriyle engellenmiştir. Başvurucu için borçlu Şirketle sözleşme yaptığı ve hizmet verdiği tarihte daha sonra çıkarılan Kanunlarla bahsedilen müdahalelerin yapılacağının öngörülmesi mümkün değildir. Başvurucu için öngörülebilir olan, alacağı için haciz yaptıktan sonra kamu alacağına dayalı bir haciz işlemi yapıldığında 2004 ve 6183 sayılı Kanunlara istinaden en kötü ihtimalle satış gelirlerinin garameten taksim edilmesidir.

Borçlu Şirketin tüm varlıkları TMSF tarafından 2004 ve 6183 sayılı Kanunlarda öngörülen süreçlerin dışında 4389 ve 5411 sayılı Kanunlarla TMSF’nin hem alacaklı hem de icra ve iflas dairesi yetkilerine sahip olduğu ve tüm koşulları belirlediği süreçte başvurucu sürece dâhil edilmeden satılmıştır. Satıştan elde edilen gelirin tamamı 5411 sayılı Kanunun verdiği geçmiş dönem mal ve hizmet alacaklarının ödettirilmesi yetkisine rağmen bu yetki kullanılmaksızın diğer kamu alacakları ile TMSF’nin el konulan Banka kaynaklı alacaklarına karşılık olarak ayrılmıştır.

Bu süreçte iyi niyetli üçüncü kişi olduğu anlaşılan başvurucunun hakları gözetilmeyerek alacağını tahsil etme imkânı ortadan kaldırılmış ve devletin denetim ve gözetiminden sorumlu olduğu batan Banka nedeniyle oluşan banka zararı dolaylı olarak ve kısmen başvurucuya yüklenmiştir.

Belirtilen nedenlerle birlikte başvurucu aleyhine meydana getirilen hukuki belirsizlik gözönünde bulundurulduğunda, başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında gözetilmesi gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu kanaatine ulaşılmıştır.

Sonuç olarak Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

Başvuruya konu davalarda yer alan taraf sayısı ve davaların mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılama süreçlerinin karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, bir bütün olarak bakıldığında davalarda 1086, 2004 ve 2577 sayılı Kanunlara tabi yargılamalar açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve on yıla yaklaşan yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu kanaatine varılmıştır.

Sonuç olarak Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir.